"Bu site Kazakistan'dan çağlayan Bilge Abay'a adanmıştır." Muhammet Negiz | “Kıyam, yakaza ve yürüyüş... Bu üçü olmadan ilim olmaz! ” Prof. Dr. İhsan Fazlıoğlu

Kazakistan'dan Çağlayan Bir Türk Bilgesi: ABAY KUNANBAYOĞLU ...
"Kazakistan - Atyrau Üniversitesi, Uluslararası "Abay Mirası" eser yarışmasına başvuru yapıldı..."

10 Nisan 2021 Cumartesi

ABAY KUNANBAYOĞLU'NUN KARA SÖZLER'İNDE TEMA


 ABAY KUNANBAYOĞLU'NUN KARA SÖZLER'İNDE TEMA



1.Hayatın Anlamı

Abay insanları, sevinçlerini ölçülü bir biçimde yaşamaları için uyarıyor. Sevincin insanı sarhoş ettiğini, bu sarhoşlukla neyin doğru, neyin yanlış olduğunu göremeyeceklerini ifade ediyor. Kişi ne sevincini ne de hüznünü abartmamalıdır. Tüm duyguları dengeli olarak yaşamalıdır. Sevinçlerini sürekli abartı halinde yaşayan insanlar sonraki zamanlarda yaşayacağı hüzünleri daha acı bir şekilde yaşarlar. Abay’da bu konuyla ilgili dördüncü sözünde şunları söylemiştir: “Sevincin kendisinde bir sarhoşluk vardır. Her sarhoş gaflet içindedir. Sarhoş haliyle konuştuğu zaman baş ağrıtır. Böyle olunca sevince boğulan kişi ne yapacağı, hangi akılda olduğunu, neyin ayıp olduğunu bilemez, gaflette kalır, böylece pişmanlık duyar. Başı beladan kurtulmaz” şeklinde anlatmıştır.

Abay sevincini yerinde yaşamanın yanı sıra üzüntü ve kaygıya gark olup kendini cezalandırmanın da doğru olmadığını söylüyor. Bunu dördüncü sözünde şöyle açıklıyor: “Çıkar yolunu bulmadan, üzüntü ve kaygının içine girip kapanmak kendine ceza vermektir.” Hüznümüzü en üst perdeden yaşayarak kendi içimize kapanmak yerine, bu mutsuzluğun üstesinden nasıl gelebiliriz düşüncesiyle kendimize bir çıkar yol bulmalıyız.

Abay altıncı sözünde Kazak atasözlerinden biri üzerinden halkı eleştiriyor. “Bilimin temeli birlik, rızkın temeli dirlik” deniliyor. Bir milletin birlik içinde olabilmesi için neler yapılması gerektiğini söylüyor. “Kazaklar birliği; ortak at, ortak aş, ortak giyim, ortak mal” biçiminde algıladıklarını belirterek eleştiriyor: Abay, birlik için bunların yeterli olmadığını eğer malını vermek istersen bunun devamında, atası başka, dini başka insanların da bu birlik içinde yer almak isteyeceklerini söylüyor.

“Rızkın temeli dirlik deniliyor, bu hangi dirlik. Yaşamayı dirlik sayan insanlar canını kurtarma peşindedir. Mücadeleden kaçar, dünyada var olan rızıklara bile düşman olur. Atasözünün ifade ettiği bunlar değildir” şeklinde Abay düşüncelerini ifade ediyor. Abay’a göre dirlik yüreğin, beynin, gönlün diri olmasıdır. Kendin canlı olsan da fikrin ölüyse, akıllıca bir söz söyleyemezsin diyerek düşüncelerini ifade ediyor.

Akıllı insanlar olayları çabuk kavrar, sorunlara pratik çözümler getirebilir. Attıkları her adımı iyi değerlendirirler, iyi düşünüp konuştukları için başarıya kolay ulaşırlar. Abay da on beşinci sözde bununla ilgili olarak şunları söylemiştir: “Akıllı kişi doğru işe merak eder, heveslenir, peşine düşer. Birisi konuşurken kulak kesilir. O geçen ömrü için pişmanlık duymaz.” Ayrıca insanın zaman zaman kendi iç muhasebesini yapması için onbeşinci sözde şöyle der “Eğer akıllı olmak istiyorsan her gün veya haftada bir kere, hiç olmazsa ayda bir defa, kendi kendine hesap sor. Önceki hesaptan bu yana ömrünü nasıl geçirdin? Bu günlerini bilime, ahirete, dünyaya faydalı ve pişmanlık duymayacak şekilde mi geçirdin? Yoksa ne yaptığını sen de bilmiyor musun? Övünmek; bir niteliği nedeniyle kendini yücelmiş sayarak bundan abartılı biçimde söz etmek anlamına gelir. Övünen insan kendini yüceltir, gururlanır. İnsanlar beni örnek alsın diye gösterişe kapılabilir. Kendini diğer insanlardan üstün görebilir. Hâlbuki kendini eksik, aciz gören insan kibirlenmez, her türlü kötülükten kendini sakınmaya gayret eder. Kendini başkalarından üstün gören insan bütün bu faziletlerden yoksun kalır. Övülen kimse kendini önemli zanneder. Birini övmek onun kibirlenmesine yol açar. Övülmek insanı kör ve sağır edebilir. Kusurlarını görmez olur, doğru sözleri, verilen nasihatleri işitmez. Bu konuyla ilgili Abay da yirmi birinci sözde düşüncelerini şöyle ifade etmiştir. “Övgü denilen türün ben iki türlüsüne rastladım. Birincisinin adına, büyüklük diyorum, diğerine ise kendine övgü diyorum.” Abay büyüklüğü zararsız görmüş ve insanın içinden kendi kendini değerli saymasıdır şeklinde açıklamıştır. İkinci olarak bahsettiği ise “övüngen” insanlardır. Bunlar başkasının övgüsünü beklerler. Bana zengin desinler, kahraman desinler, diye beklerler. Bu tip insanlar cahilin ta kendisidir diyerek onlardan uzak olunması gerektiğini öğütler.

Abay övünmeyle ilgili düşüncelerine otuzuncu sözde de yer vermiştir. “Bir şeyi kırk defa söylese bile faydası olmayan anlaşılmayan “geveze” denilen övünme vardır.” Bu tür insanların belli bir düşüncesi, yiğitliği, insanlığı, aklı yoktur. Bu tür insanlar kimin bana ne faydası var; o benim yemeğime tuz mu kattı, ya da ben onun ineğini sağarak sütünü mü alıyorum, gibi düşüncelere sahiptirler, der.

Bir işe başlarken iyi niyetle hareket edilirse sonucu da iyi olur. Bizde bu konuyla ilgili şöyle bir atasözü vardır. “Niyet hayır, akıbet hayır”. Eğer sen kalbini şerden uzak tutup yapacağın işin gerçekleşmesini istiyorsan sonucu da güzel olur, anlamındadır. Her iş başlangıcındaki niyet ne ise ona göre sonuçlanmaktadır. Şekle değil içimizden geçen niyete önem vermeliyiz. Abay da bununla ilgili otuz yedinci sözde şöyle demiştir. “Kişinin kişiliği, bir işe başlamadan önceki niyetiyle belli olur, nasıl sonuçlandığıyla değil.”

Abay otuz yedinci sözünde “Eğer elimde yetki olsaydı, ‘insanın kötü huylarını düzeltmek mümkün değildir’ diyen kişinin dilini keserdim.” demiştir. Bizim toplumumuzda, kötü huy düzelmez, “kan çıkar huy çıkmaz.” “İnsan 7’sinde neyse 70’inde de odur” atasözlerinin aksine bir görüş savunmaktadır. Aslında başkasında bir ayıp görünce, bunu kendinde aramak, kendinde bulursa, bundan kurtulmaya çalışmak kötü huyların ilaçlarındandır. Kendinde kötü huy bulunan kimse bunun sebeplerini araştırmalı, bulmalı ve bundan kurtulmaya çalışmalıdır. Kötü huydan kurtulmak, bunun zıddını yapmak için çok uğraşmak gerekir. Çünkü insanın alıştığı şeyden kurtulması zordur. Fakat Abay görüldüğü gibi kötü huyların düzelemeyeceğine inanan insanları oldukça sert bir dille eleştirmiştir.

Ümit etmek, duyguların en değerlilerindendir. Çünkü insana moral verir, insanın önünü görmesini sağlar. Çok çetin yolları umutlarımızla aşabiliriz. Kimi insanlar çabalamak yerine başına kötü bir şey geldiğinde karamsarlığa düşerler. Her kötü olayın ardından yeniden güzelliklerin olacağı umudu bizi hayata bağlar. Abay otuz yedinci sözünde “Ümit kesmek, gayretsizliktir. Dünyada her şeyin değiştiği bir gerçektir. Çok sert karlı kışın ardından, yeşilliği çok güzel yaz gelmiyor mu” şeklindeki sözleriyle insanoğlunun asla umudunu yitirmemesi gerektiğini, umudunu yitiren insanların güçsüz, çabasız olduğunu dile getirmiştir. Abay’ın dünya görüşünde pes etmek yoktur.

Abay otuz yedinci sözünde “Gücü olmayan kızgınlık, sözünden dönen âşık, öğrencisi olmayan bilgin hiçtir” demektedir. Kızgınlık ve öfke her insanın yaşayabileceği doğal duygulardandır. Ancak herkes tarafından farklı şekillerde yaşanabilir. Kızgınlık kimileri için sessiz, gergin ve soğuktur. Kimileri ise acıma ve gözyaşıyla bağdaştırır kızgınlığı, kimilerinde ise kızgınlık korku ve kaygı uyandırır. Abay sizi korkutan, çaresizlik içinde bırakan bir kızgınlığınız yoksa bunu bir hiç olarak adlandırıyor. Sözünden dönen aşığın gözden de düşeceğini anlatıyor. Bilgisini başkasıyla paylaşmayan, ona öğretmeyen bilginin de hiç bir işe yaramayacağını söylüyor.

Abay kırkıncı sözüne “Sizlere nedenlerden oluşan sorularım var” şeklinde başlamış. Genellikle Kazakları davranış ve düşünce tarzlarını eleştirmiştir. Yaşlıların kendi akranlarıyla neden iyi geçinemediklerini sormuş. Başka bir milletten olan birini gördüğümüzde onu kardeş gibi kucaklayıp dostça karşıladığımızı fakat kendi milletimize bu yakınlığı neden göstermediğimizi sorar. Kazakların çocuklarına küçükken iyi davrandığını, büyüdüğünde neden soğuk davrandığını sorgular. Her gün sözünü dinleyen dostunun bir gün dinlemediğinde arada bir sözünü tutan düşmanla aynı kefeye koyman nedendir, der. Birisi başkasına misafir olduğunda ondan hizmet bekler, fakat o kişi kendi evine gelirse aynı hizmeti neden göstermez. Halkı yöneten yetenekli insanların neden fakir olduklarını sorgular. Görüldüğü gibi Abay; eğitimsizlik, gayretsizlik, tembellik, düşüncesizlik, dedikoduculuk, rüşvet, yalan, hırsızlık, hasetlik, merhametsizlik gibi birçok konuya sözlerinde değinmiştir.

Abay kırk ikinci sözünde yine övünmekten bahseder. “Bu devirde zengin olma, akıllı olma ve otorite sahibi olma gibi şeyler övünülecek şeyler değildir” der. O, halkı kandıran başkasına iftira atan kişilerin övünmeye layık olduğunu söyler. Övülmesini seven kişilere “Siz ne derseniz onu yapmaya hazırız” diyerek onu aşırı derecede överler. Ona faydası dokunmasa da övdüğü kişiden, para, giysi, at alır ok kişi de bundan etkilenerek burnu havada gezer, der.

Abay kırk üçüncü sözünde “Eğer sanatı tekrarlayıp her gün pratik yapmazsan en önemli yerleri yok olur gider” demiştir. Eğer tekrar edilmezse sanatı koruyacak güç de kaybolur, demiştir. Bu kuvvetin içerisinde üç tane güç olduğundan bahsetmiştir. Bu güçlerin tamamı, öğrendiklerini düşünmeye ve tekrar etmeye yöneliktir. Bu üç gücün söylediklerini yerine getirmezsen makama düşkünlük, öfke, yalan söylemek, içki içmek ve kumar oynamak gibi kötü şeylere meyil edebileceğimizi söyler. Bizlere neyin yararlı neyin zararlı olduğunu gösterecek gücün adı akıldır. Akıl ve gayret birleşerek bu duruma engel olabilir.

2.Kazak Halkı

Abay’ın Kara Sözler’i genel itibariyle Kazak halkının aydınlanması yönünde öğüt verici niteliktedir. Halk içerisinde toplumsal yaralara sebep olan adaletsizlik, medeniyetsizlik, hasetlik, övünme, yalan, dedikodu ve tembellik gibi konuları sözlerinde eleştirmiştir. Bilinçli ve iradeliler Kazak gençliğinin yetişmesi için elinden geleni yapmıştır.

Abay birinci sözünde Kazak halkı için bir karamsarlığa düşmüştür. Abay ömrünün son günlerinde kendisiyle iç muhasebesi yaparak halkı idare etmek istemediğinden, hayvanlara bakıp sayısını çoğaltamayacağından, bilimden anlayan kimse olmadığı için bilim yapamayacağından ya da din idareciliği, çocukların eğitimi gibi konularla uğraşmanın vakit kaybı oluşturacağından bahseder.

Abay ikinci sözünde çocukken Kazakların, Özbekleri ve Rusları küçümsediğini duyduğunda sevinirmiş. “Ey Tanrım, bizim dışımızdaki halkların hepsi yaramaz ve kötüymüş, en iyi halk bizmişiz diyerek bahsedilen sözleri ilginç görür sevinerek gülerdim” şeklinde ifade etmiş. Oysaki daha sonra bunların gerçek olmadığını “Özbeklerin ekmediği ekin, tüccarların gitmediği yer, yapmadığı işler yoktur” diyerek üzüntüsünü anlatır. Ruslar içinde “Çalışıp mal kazanmanın yollarını onlar biliyor. Saltanat da güzellik de onlarda. Bizler hayatımızı sürdürmek için birer hizmetçi kuluz” şeklinde ifade ediyor. Kendi milletinin neden bu kadar geri kaldığını düşünüp üzülmekte ve övündüğümüz, sevindiğimiz, güldüğümüz Kazaklar nerede? demektedir.

Abay üçüncü sözünde yine Kazakların, kıskançlık, tembellik, birbirlerine düşmanlık, bilgiye duyarsızlık gibi özelliklerinden örneklerle bahsetmektedir. Kendi kendine, Kazakların birbirine ziyankâr olması, birisinin başarısının başkası tarafından kıskanılması, kendilerinin tembel olmasının acaba sebebi nedir? diye sorgulamaktadır. Abay’a göre tembel insanlar korkak, gayretsiz olur, kendi kendini övenler akılsız cahil olur.

Abay Kazakların böyle olmasının sebebinin mallarını çoğaltmaktan başka düşüncelerinin olmamasından kaynaklandığını söylemektedir. “Ticaret, sanat, bilim gibi şeylerle uğraşsalardı, bu durumlara düşmezlerdi” der.

Abay üçüncü sözünde adaletsizliğe değinir. Köy muhtarı seçilecek kişinin, şan, şeref sahibi, eğitim görmüş olması gerekir, der ve böylesinin halka faydalı olacağını söyler. Fakat Kazaklar’ın muhtar seçimlerinde de çeşitli adaletsizliklerin olduğunu ifade eder.

Abay beşinci sözünde Kazakları anlatan çeşitli durumlardan söz etmiştir. Örneğin Kazaklar’ın “Ey Tanrım bizi çocuk gibi kaygısız et” diye dua ettiklerine şahit olmuştur. Kazaklar’ın korkularını bazı atasözlerinden anlayabileceğimizi ifade etmiştir. “Bir günlük hayatın varsa, mal topla”, “Zengin olanın yüzü nurlu, fakir olanın yüzü çarık”. Bu atasözlerinden, Kazak halkının barış için, ilim için adalet için kaygı duymadığını anlıyoruz. Malı çok olursa, babasını bile düşman olarak görebilir. Hırsızlıkla, kurnazlıkla, dilencilikle kazanılan mal Kazak halkı için kâr sayılmaktadır.

Abay beşinci sözde Kazaklar’ın bu durumlarında bahsederek onların çocuklardan bir farkının olmadığını, hatta çocukların ateşten korktuğunu, ama onların cehennemden bile korkmadığını, çocukların utanmayı bildiğini, büyüklerin utanmayı dahi bilmediğini ifade eder.

Yalakalık içten olmayan düşüncelerle, birini memnun etmeye, gözüne girmeye çalışmak anlamına gelmektedir. Abay sekizinci sözünde kadı ve muhtarın hiçbir zaman halkı dinlemediğini dinlemek istese de zamanın olmadığını ifade eder. Kadıların kafasında üst makamları nasıl memnun ederiz, zararlarımızı nasıl telafi ederiz gibi düşüncelerin olduğunu söylemektedir. Abay burada Kazak yönetimi içerisindeki çarpıklıklardan da bahseder.

Abay dokuzuncu sözünde de kendi kendisiyle iç muhasebesine girmiştir. “Kazaklar’ı, seviyor muyum, sevmiyor muyum? Eğer seviyorsam onların davranışlarını desteklemem gerekirdi.” demektedir. Gençliğinde Kazak halkını bırakıp gitmek gibi düşüncelerinin olmadığından ve onlardan ümitli olduğundan bahseder.

Abay onuncu sözünde Kazaklar’ın Allah’tan çocuk istemelerinden bahseder. Eğer sen hayat boyu başkalarına iyilik yaptıysam senin çocuğun olmasa da iyilik yaptıkların da senin arkandan Kur’an okur, der. Ahiret için evlat istemenin doğru olmadığını savunur. Büyüdüğünde ebeveynlerini kurtaracak çocuğun, Kazak halkının içinden çıkamayacağını söyler.

Abay on altıncı sözünde yine Kazak halkını eleştirir. “Kazak yapmış olduğu ibadeti Allah kabul eder ya da etmez” diye endişe duymaz. Sadece toplumun yaptığını biz de yapıp yatıp kalksak bizim için bu yeter diye düşünür. “Abay burada biraz daha ileriye giderek Kazaklar’ın Allah’ı tüccara benzettiklerini söyler. Dinleyerek öğrenmek için Kazak çaba harcamaz, tembeldir, ben bu kadar öğrenebiliyorum, şimdi de yaşlandım, der.

Abay yirmi ikinci sözünde ruhun kendisiyle mücadelesine devam etmektedir. Kazaklar’ın içinde kimi sevmesi kime saygı göstermesi gerektiğini düşünür. Bu devirde gerçek zenginin, gerçek beyefendinin olmadığını düşünmektedir. Saygı duyulacak yönetici ya da hatibin de Kazak halkı içinde olmadığını söyler. Abay kuvvetli ve sağlam olana saygı duyulması gerektiğini şu sözlerle ifade etmektedir. “ Güçlü, kuvvetli birine saygı duyayım desen kötülük de herkes güçlü, iyilik de güçlü olan kimse yok.”

Yirmi üçüncü sözünde Abay yine Kazak halkının kendini teselli ederek avuttuğunu söylüyor. Tüm halk ne yaparsa yanlış olsa bile Kazak halkı aynısını tekrar eder, doğru mudur yanlış mıdır düşünmez. Bunu “Yolunu kaybeden bin kişiye bir kişi yol gösteremez mi?” şeklinde ifade etmektedir.

Abay yirmi dördüncü sözünde Kazaklar’ın sanatı ve bilimi tercih etmeyip, hırsızlığı, yalanı, dedikoduyu, düşmanlığı seçtiğini söylemektedir. “Bilimi seçeceği günleri görebilecek miyiz” diye dert yanmaktadır.

Abay yirmi altıncı sözünde “Cahil halk sevinilmeyecek şeylere sevinir durur, üstelik sevinirken ne söyleyip ne yaptığını kendisi de bilmeyecek kadar bir sarhoşluğa kapılır. Utananlar ise utanılmayacak şeylerden utanırlar, utanılacak şeylerden de utanmazlar. Bunların hepsi cahillik ve ahmaklık eseridir” şeklinde Kazaklar’ı anlatır. Ona göre Kazaklar’ın atları yarışta kazanırsa, güreş yapan güreşte kazanırsa onlar için daha büyük sevinç yoktur. Abay bir hayvanın hünerli olmasında veya bir güreşçinin üstün gelmesinde övünülecek bir şey olmadığını söyler. İyi at bazen bu milletten bazen başka millette çıkabilir. Bu insanlığın elinde olan bir şey değildir, der.

Abay otuz üçüncü sözünde de Kazak halkının tembelliğiyle ilgili örnekler vermeye devam ediyor. Kazaklar’ın çoğunun işini büyütmek istemediğini, yapmış olduğu az buçuk şeylerle övünerek bana bu da yeter diyerek kendilerini iyi bir zanaatçı sayıyorlar. Sabahtan akşama kadar yatarak zaman öldürdüklerini ifade ediyor. Kazaklar’ın bir iki hayvan sattıklarında kendilerini zengin zannettiğini anlatıyor. Biri Kazak’ı çok hünerlisin, cömertsin dediğinde faydası olmayan övgüye kapılarak zamanını boşa geçiriyor, şeklinde Kazak halkının kötü huylarını anlatıyor.

3.Din ve Ahlak

İman, bildirilen altı esasa inanmak ve Allah-u Teâlâ tarafından bildirilen, Hz. Muhammed’in getirdiği yasakların hepsine inanmak ve inandığını dil ile söylemek demektir. İman Muhammed aleyhi selamın Peygamber olarak bildirdiği dini, akla, tecrübeye ve felsefeye uygun olup olmadığına bakmadan tasdik etmek yani kabul etmektir. Akla uygun olduğu için tasdik etmek, aklı tasdik etmek olur. Abay on üçüncü sözünde “Hangi emre iman edilirse, onun gerçekliğine akıl ile varmak, akıl yolu ile delillendirmek imandır” şeklinde imanın akıl yolu ile tasdik edilmesi gerektiğini vurgular. Ayrıca on üçüncü sözünde imanı korumak için korkmayan bir yürek ve bitmeyen bir kuvvet gerektiğini söyler.

Abay yirmi sekizinci sözde Allah’ın adaletinden bahsediyor. Adalet Allah’ın, hangi amaçla yarattıysa, o amaca uygun olarak birine hak ettiğini verme manasındadır. Adalet deyince herkese eşit muamele anlaşılabilir. Fakat bazen herkese eşit vermiyor, diye isyan ederiz. Kâinatta eşitlik mevcut değildir. Herkesi aklı, fikri, idrak kavrayışı farklıdır. Herkes kendi hakkında takdir edileni yaşamak zorundadır. Bu konuyla ilgili Abay yirmi sekizinci sözde bunları söylüyor. “Birileri zengin, birileri fakir, birileri hasta birileri sağlam, birisi akıllı, birisi cahil. Bunlar niye böyle dediğinde; Allah böyle yarattı, deriz. Oysaki biz Allah’ı kusuru olmayan, adil diye iman etmemiş miydik” der. Bu sözleri ile Abay’ın bir sorgulama içine girdiğini görüyoruz.

Abay otuz dördüncü sözünde “Kimin gönlünde dünya endişesi, dünya sevinci, ahiret endişesinden ve ahiret sevincinden üstün olursa Müslüman sayılmaz” der. Dünya endişesini ahiret endişesinin önüne aldığın zaman, her ikisinde de hüsrana uğrayabilirsin. Müslüman hem dünyası hem de ahireti için çalışmalıdır. Dünyada kendisine yetecek kadar çalışır. Cahilin bütün düşüncesi dünyadır, dünyalıktır. Gerçek Müslümanınki ise ahirettir, Allah’tır. Abay de gerçek Müslümanın ahireti dünyaya değişmemesi gerektiğine inanır.

Riya, bir şeyi olduğunun tersini göstermektir. Kısaca gösteriş demektir. Abay’da otuz beşinci sözünde böylelerine seslenir. “Allah dünyada riyakârlık yaparak hacılık yapanı, mollalık yapanı, sûfi olanı ayrı yere koyarmış ve mükâfat yerine sorguya çekermiş” diyerek hatırlatma yapmaktadır. Bu tür insanlar dünya kazancına, dini alet etmektedir. İbadetlerini gösterişle yaparak, insanların sevgisini kazanmaya çalışmaktadır. Başkalarının sevgisine ve vgüsüne kavuşmak için, dünya işleri ile onlara iyilik yapmak, riya olur. İbadeti de riya ile yapıyorsa Abay’ın da hatırlattığı gibi bunların yeri ahirette cehennemdir.

Utanma duygusunun kaynağı imandır. Sahibini kötülüklerden koruyucu ve kurtarıcı etkisi söz konusudur. Utanma duygusu yaradılıştan da gelebilir, sonradan da edinilebilir. Ancak bunu dine uygun kullanmak, çaba, bilgi ve niyet gerektirir. Ayrıca günahtan kaçınmaya yönlendirdiği için de imandandır. Abay’da otuz altıncı sözünde utanma duygusundan söz etmiştir. Abay’a göre; utanma imanın yarısıdır. İki türlü utanma duygusu vardır. Birincisi cahil olanın utancıdır. Ne şeriata, ne de mantığa sığmayan, hiçbir kusuru olmasa da bilmemesinden dolayı utanılmayacak şeyden utanmak ki buna ahmaklık denir, demektedir. Abay’a göre gerçek utanma; şeriata zıt, akla mantığa uymayan bir işi yaptığında olur. Bu utanmanın da iki çeşidi vardır. Birincisi; Bir kusuru ben yapmayıp, başkası yapsa da onun adına düşünerek utanır. İkincisi dine, akla uymayan, nefse şeytana uyarak farkında olmadan, kendi utancını, kendi ayıpladığında ortaya çıkan utanmadır. Abay utanma duygusu ile ilgili olarak halkında gördüğü eksikliği şöyle izah eder: “Gördüğüm kişilerin utanması şöyle dursun kızarmıyor bile “yaptığım o işten ben utandım tamam mı, daha ne yapayım?” “Tamam, bu ayıbı ben yaptım ama sen de böyle yapmaz mıydınız?” falanca da filanca da şöyle şöyle ayıp işlediler ama başları dimdik dolaşıyorlar, benim yaptığım onlarınkinin yanında ne ki? diyerek kendilerini savunurlar. Utandırayım desen sakince oturup yüksek sesle tartışırlar. Şimdi bunda utanma duygusu var diyebilir miyiz yoksa utanmaz mı diyelim? Bu tür insanların imanından şüphe ederim.”

Abay otuz sekizinci sözünün çoğunluğunu din ile ilgili görüşlerini açıklamak üzere yazmıştır. Ona göre öncelikle Müslümanlar öncelikle imanın ne olduğunu öğrenmeliler. İman demek sadece inanmak demek değildir. Allah’ın bir olduğuna, Kuran’ı Kerimin onun sözü olduğuna, Peygamber Efendimizin onun elçisi olduğuna inandım demenin gerçek inanma için yeterli olamayacağını düşünür. İlk önce inancın var olma sebebinin anlaşılması gerekir. “Sen Allah için mi inanıyorsun, kendin için mi?” İnançta insanın kendi için bir kurtuluş görmesi gerektiğini savunur.

Abay otuz sekizinci sözünde Allah’ın sekiz sıfatının öğrenilmesini zorunlu olduğunu söyler. “Allah’a benzemeyi istemekten kaçınma, ona benzemek, onun bize emrettiklerine uymaktır.” der. İnsanların, Allah’ın sekiz sıfatının tümüne sahip olmalarının imkânsız olduğunu, hiç değilse sadece taklit etmenin yeterli olduğunu ifade eder.

Abay otuz sekizinci sözünde “Biz Allah’ı onun sıfatlarını görerek tanıyabiliriz, onun kendisini tanımak imkânsızdır. Allah’ın özünü anlamak değil, bir yaratıcılık sırrını anlamaya en bilge insanların bile aklı ermez” der. Buna bağlı olarak Allah’ın ilim ve kudret sıfatlarını açıklar.

Allah yarattığı varlıklara karşı çok şefkatlidir. Onları korur, kollar. Onların her türlü ihtiyaçlarını karşılar. Yaşamlarını devam ettirebilmeleri için ne gerekiyorsa Allah onların hepsini canlılar için hazırlamıştır. Allah’ın Rahman ve Rahim isimleri de bunlar üzerine kuruludur. Abay’da otuz sekizinci sözünde bu konu üzerinde durmuştur. Allah’ın kulları için bereketli yağmurlar, yeşillikler, meyveler, ağaçlar, kuşlar verdiğini pınarlar, ırmaklar, sular, suyun dibinde balıklar yarattığını, güneşi yeryüzüne ısı vermesi için yarattığını anlatır. “Dünyanın tümü insanlar için yaratılmıştır” der. “Bunlara bakın ve düşünün” der. Bunların hepsinde yaratanın insana olan sevgisi vardır. Ve ona göre insan bu sevgiye karşılık bir cevap vermelidir.

Abay’a göre asıl inancın kaynağı: Bilgi, namus ve merhamettir. Biz kendimiz bilgi edinmeyi, her zaman kendi onurumuzu düşünmeyi ve insanlara iyilik yaparak hakîki Müslüman olmayı kendimize maksat etmemiz gerektiğini otuz sekizinci sözünde açıklar. Bu üç ilahi gücün sahiplerinin, öncelikle Peygamberler sonra evliyalar, sonra tanrıbilimci bilginler onlardan sonra ise asıl Müslümanlar olduğunu söyler. Ona göre Peygamberler ve din adamları dünya nimetlerinden vazgeçip ancak ahireti düşünmüşlerdir. Bilginler ise sadece dünya nimetleri için kaygı duymuşlardır. Abay her iki gruba da hak veriyor. “Bence her iki grup, kendi idealini takip ederek belli derecede kendilerini feda etmişlerdir” diyerek düşüncesini ifade ediyor. “İnsanlık sadece inanç yolunu seçseydi, tüm dünya nimetlerinden vazgeçseydi yeryüzü akla hayale gelmez derecede bakımsız kalırdı” demektedir.

Abay otuz sekizinci sözünde “sadece kendi mahareti, düşünceleri ve tecrübesiyle yüksek ruhi güçleri anlayabilen ve kendinde sevgiyi ve gerçeği birleştiren insana bilgin veya düşünür denir” demektedir. Abay’a göre insanlığın elde ettiği en yüksek teknolojiler onların aklıyla ortaya çıkar. Elektriği, telefonu bu tür bilginlerin bulduğunu söyler. Bu bilge insanların tamamının Müslüman olmadığını ve kimisinin imanın şartlarını kabul etmediğini, kimisinin Allah’ı tanımadığı anlatır.

Abay’ın otuz sekizinci sözünde mollaları da eleştirdiğini görmekteyiz. Halkın mollalardan zarar gördüğünü anlatıyor. Gayelerine ulaşmak için her yolu denediklerini uydurma sözlerle halkı kandırdıklarını düşünüyor. “Medreselerimiz eski zamanlarda nasıl eğitim veriyorsa yine aynı şekilde eğitim veriyor. Bu medreselerde edinilen bilgiler zamanın ruhuna uymuyor ve gerçek hayatta uygulanmıyor.” demektedir. Hz. Muhammed bile dini adetleri değişmez bir yasa olarak görmezken mollaların yeniliklere kapalı olduğunu söylüyor.

Abay otuz sekizinci sözünde “ilim ve sanatın insanlara yararlı olabilmesi için, onların inanca itaat etmeleri lazım, çünkü inanç insanlardan iyi şeyler yapmalarını talep eder” demektedir. İlimden kasıt kişinin kendisine lazım olacak kadar dinini öğrenmesidir. Bu her Müslüman için farzdır. Çünkü bilgisiz itaat olmaz.

Abay otuz sekizinci sözünde insanların kendi kendini sorgulamasını ister. İnsanlara abdest alıp, namaz kılıp, oruç tutarak kalplerinin huzurlu olup olmadığını soruyor. “Şayet siz Allah’ı bütün vücudunuzla kabul ediyorsanız, o zaman yaptığınız ameller samimi ve anlamlı olacak” demektedir. Abdestin, namazın, orucun sadece inancın dış görünüşü olduğunu söyler. Eğer ibadet ederken içinizde Allah’a sonsuz bir inanç hissetmiyorsanız, bu büyük riyakârlıktır, demektedir.

4.Eğitim

Abay gençlerin eğitimi konusunda son derece titiz davranmıştır. Abay sözlerinde Kazak halkının cahilliğinden, tembelliğinden şikâyet etmektedir. Birinci sözünde “Bilimle uğraşacak, bilimden bahsedecek adam yok, bilmediğini kimden soracak ve bildiğini kime anlatacak. Dertleşip dert çözüp, şer uzaklaştıran kimse olmadıktan sonra, bilim insanı ihtiyarlatan bir beladır” şeklinde düşüncelerini ifade etmektedir.

Yine birinci sözünde “Bilimin faydasının bilindiği ve barış içinde yaşanan bir yer bulamadım” diyerek çocukların eğitilmesi gerektiğini, fakat Kazak halkının, ilim öğrenmenin faydasından haberdar olmadığını anlatmaktadır.

Korkaklığın eğitimsizlikten kaynaklandığını söyleyen Abay, bunu üçüncü sözde şöyle ifade etmektedir: “Dünyada tanınmış insanların açıkladığına göre; tembel kişi korkak ve gayretsiz olur, gayretsiz kişi övüngen ve korkak olur, övüngen kişi akılsız, çaresiz ve korkak olur, akılsız kişi de çaresiz ve arsız olur. İlimle ve bilimle uğraşılırsa bu durumlardan kurtulabiliriz.”

Gayret, akıl ve kalp hünerlerinden bahsetmek için koşarak ilime gelmişler. Hepsi kendi özelliklerini anlattıktan sonra ilim, on yedinci sözde hepsine cevaben şöyle der: “…hepinizin iyi ve kötü yanlarınız var. Ama benim işim üçünüzü buluşturmak. Hepsini bir arada yürütmek bilimdir. Bu üçünü bir kişide bulursanız, o ayağının tozu yüze sürülecek adamdır” diyerek ilmin önemini vurgulamaktadır.

Bilindiği gibi cahil insana laf anlatmak, ona bir şeyler öğretmek oldukça zordur. İnsan doğduğu zaman akıllı olamaz. Sadece işitir, görür, tadına bakar, dünyadaki iyiyi ya da kötüyü terk eder. Yaşadığı tecrübelerden ders çıkaran adam bilgili olur. Abay on dokuzuncu sözünde “Her akıl, tek başına işe yaramaz” demektedir. Onu göre bu akıllardan yararlanmasını bilen kişi, iyiliklerden ders alır, kötülüklerden uzaklaşırsa iyi biri olur. Fakat duymadığını tekrar sorup öğrenmezse, hemen unutursa, bu tür insanlara laf anlatmanın faydasızlığından bahsetmektedir. Yani “laftan anlamayana laf anlatmaktansa, hayvana anlatsan daha iyi” diyerek eğitimli insanla cahil insanın farkını ortaya koymuştur.

Abay yirmi birinci sözünde de Kazak halkının eğitimsizliğinden kaynaklanan düşüncelerini şu şekilde dile getirmektedir. “Övgü denilen şeyin iki türlüsüne rastladım. Birincisi cahil, övüngen, edepsiz, arsız, dedikoducu olduğu halde insanlardan kendini üstün görüp onlardan uzaklaşan kişiler. İkincisi ise sürekli başkalarının kendisini övmesini bekleyen kişilerdir. Üçüncüsü ise kendi kendisini öven insandır. Abay bu tip insanlara “Cahilin ta kendisi” şeklinde adlandırmaktadır.

Eğitim çocukluktan başladığı müddetçe en güzel karşılığını alabiliriz. “Ağaç yaşken eğilir” atasözünün gereğince küçük yaşlardan itibaren eğitime önem vermek gerekir. Ancak dönem itibariyle Kazak toplumunun içinde bulunduğu zor şartların, kültürel ve medeni gelişmeleri zora soktuğu bir gerçektir. Bunu dikkate alan Abay yirmi beşinci sözünde çocukların eğitimi için şu ifadeleri kullanmıştır: “Çocukları okutmak önemli, sadece (Allah’a) kulluğu ve Türkü tanımayı düzgün öğrense yeterlidir. Onlar için bu yerler Dar’ül Harp’tir. Burada önce mal sahibi olmak gerek, ondan sonra Arap ve Fars gerek. Karnı aç kişinin gönlünde akıl, bedeninde ar ve ilme düşkünlük nasıl olsun? Ne zaman ki karnı doyar ancak o zaman ilim ve sanata ihtiyaç duyar. Bunu öğreneyim, çocuğuma da öğreteyim diye aklına gelir.”

Abay’ın aydın kişi kimliğinin göstergesi, kendi kültürünün yanı sıra farklı kültürleri ve dilleri de öğrenmeyi tavsiye etmesidir. Elbette kendi vatanını işgal eden devletin dilini öğrenmek bir tezat oluşturmakta fakat burada aydın kişi olma kimliği kendini göstermiş ve bölgenin bilim dili olan Rusçanın öğrenilmesini tavsiye etmiştir. Bunun ifadesini de yirmi beşinci sözde şu şekilde izah etmiştir. “Rusça öğrenmek gerek, hikmet de zenginlik de, sanat da, ilim de hepsi Rus’ta var. Zararından kaçınmak için, faydasına ortak olmak için dilini, eğitimini, ilmini bilmek gerek. Bunun için onlar dünyanın dilini bildi ve böyle gelişti. Onun dilini bilirsen gönül gözü açılır.”

Cahillik başa beladır. Cahilliğin bir başka göstergesi, nerede oturup kalkacağını, hangi durumda nasıl tepki vereceğini bilmemektir. Abay yirmi altıncı sözünde bunu şöyle dile getirmektedir: “Cahil olan halk sevinilmeyecek şeye sevinir. Sevindiği zamanda ne söyleyip ne yapacağını kedisi de bilmez. Değişik bir sarhoşluğa kapılıp aklı gider. Ayrıca utanan kişiler utanılmayacak şeyden utanır, utanılacak şeyden de utanmaz. Bütün bunlar cahillik ve ahmaklığın eseri.”

Başarı birey için anlamlı olan amaçların, yapılmış olan günlük programlarla adım adım gerçekleşmesidir. Kişisel amaçlar belirlenmeden başarılı olmak mümkün değildir. Hedefi olan insanlar toplumda belli yerlere gelebilirler. Abay da bu konuyla ilgili düşüncesini otuz yedinci sözünde “Başarılı olmak istiyorsan, usulünce çalış” şeklinde ifade etmektedir.

Akıllı insan her şart ve durumda aklını kullanabilen insandır. Akıllı insan öğrenmeyi alışkanlık haline getirebilmiş kişidir. Abay da kırk üçüncü sözünde öğrenmenin hayat boyu sürmesi gerektiğini, Allah’ın insana verdiği yetilerle neyin doğru neyin yanlış olduğunun farkına varabilmesi gerektiğini, aksi takdirde insanın hayvana benzeyeceğini ifade etmektedir.

5.Dostluk ve Sevgi

İnsanın hayatında birçok arkadaşı, çevresinde pek çok yakını bulunur. Ancak bu insanların hepsi dost değildir. Dost dediğin bizi karşılıksız sever. Dost yanımızda olmasa da varlığını bildiğimiz, yanımızda hissettiğimiz kişidir. Dostluk doğruluğa açık sözlülüğe, güvene dayanır. Abay otuz dördüncü sözünde dostlukla ilgili düşüncesini şu şekilde ifade etmektedir: “İnsanlığa dost olan herkes dosttur.” “Dostluğu dostluk çağırır”.

Abay otuz yedinci sözünde “Sadece babasını düşünen, insanlara düşmandır. İnsanları düşünen ise senin kardeşindir” demektedir. Abay bu cümlelerinde insanoğlunun bencil olmaması gerektiğini, sadece kendini değil toplumu da düşünen insanların birbiriyle kardeş olabileceğinden söz etmektedir. Kendini düşünen insanlar genelde ilgi odağı olmayı, dikkat çekmeyi ve olayları kontrol etmeyi isterler. Bencil kişiler başkalarıyla işbirliği yapmakta zorlanırlar. Çünkü dikkatleri hep kendi üzerlerinde olur. Empati yapamazlar. Bencil insanlar kendi çıkarları için başka insanları kullanabilirler. Yani Abay’ın da dediği gibi sadece kendini düşünen kişi, insanlara düşmandır.

Abay yine otuz yedinci sözünde yukarıdaki cümleleri destekler nitelikte şu sözleri söylemektedir: “Sadece kendin için çalışırsan, kendisi için yayılan hayvan gibi olursun, insanlık için çalışırsan Allah’ın sevgili kullarından biri olursun”.

Arkadaş çevresi kötü olan insanlar, bu kişilerle ile dolaşıp aynı işleri yapmaktan bir süre sonra kötü yola girerler. İyi olanlar ise her zaman ılımlı, sevecen, yardımsever ve hoşgörülü olurlar. İnsan beraber olduğu, zaman geçirdiği kimselerden etkilenir. Abay da otuz yedinci sözünde “İnsanoğlunu zaman yetiştirir ve olgunlaştırır, her kim kötü ise onun akrabalarının ve çağdaşlarının da bu kötülükte payı vardır. Onlar da bu kötülüğe ortaktırlar” demektedir. Arkadaşların hayatımızın her dönemindeki etkileri tartışmasızdır. Arkadaşlık değerli bağlardan oluşarak bizi birbirimize bağlar. Elbette ki iyi arkadaş olabilmenin önemli kurallarından biri de yaptığı kötülük karşısında onu uyarmaktır.

İnsanların çok sayıda ve çeşitte olan ihtiyaçları tek bir birey tarafından karşılanamaz. İnsan toplumsal bir varlıktır. Toplu halde yaşamak insanın yaşam kalitesini yükseltir, yaşamını kolaylaştırır. Abay’da otuz yedinci sözünde bu konuya değişmiş ve düşüncelerini şu şekilde ifade etmiştir: “Dünyada yalnız kalan insan ölü gibidir.” Yalnız yaşamaya kimse dayanamaz. Bir müddet sonra hayat onun için anlamsızlaşır, her şeyi kendi başına yaşamayacağını fark eder ve mutsuz olur.

İyi arkadaş sizin iyi ve kötü gününüzde yanınızda olan kişidir. Sizi hiçbir zaman yarı yolda bırakmaz. Sürekli size destek verir. Fakat kötü bir arkadaş edindiğinizde sizde onun yaptığı kötülüklere maruz kalabilirsiniz. Hatta yanlış arkadaş seçiminizden dolayı siz de onun gibi anılmaya başlarsınız. Abay otuz yedinci sözünde “Kötü arkadaş gölge gibidir.” demektedir. Kötü arkadaştan kaçsan da kurtulamazsın. Çünkü sana verdiği zararlar, onunla arkadaşlığını bitirsen dahi devam edebilir.

Abay iyi dostun tanımını otuz sekizinci sözünde de şu şekilde yapmıştır: “Saf dostluk; çıkar gözetmez, düşmanlık duygusundan, egoizmden veya sert bir dille veya fena bir hareketle başkalarının gözünde kendine şöhret kazandırma hevesinden uzak olur.”

Abay otuz yedinci sözünde “Dostu çok olanla selamlaş” demektedir. Ona göre; dostu çok olan insandan insana zarar gelmez, etrafında sevilen sayılan bir kişidir. O nedenle dostu çok olan insandan korkulmaması gerektiğini ifade etmektedir.

Abay kırkıncı sözünde gerçek dostun arkadaşının başarısı karşısında mutlu olması gerektiğini fakat insanların neden bunu çekemediğini güzel ifadelerle sorgulamaktadır. “Atını yarıştırdığında, seni destekleyen yakınların, atının derece almasından sonra küsmelerinin sebebi nedir?”, “Çok kişi dostunun başarılı olmasını istemez. Eğer dostu başarılı olursa, niçin düşman gözüyle bakar?”, “Her gün sözünü dinlediğin dostunun arada bir sözünü dinleyen düşmana ölecek kadar yakınlaşması nedendir?”

6.Bilim

Abay’ın en çok şikâyet ettiği şey toplumu saran cahilliktir. Abay cahilliğin içine; tembellik, yalancılık, eğitimsizlik, hırsızlık, uyuşukluk gibi kavramları alır. Eserinde de halka bunlara karşı uyanık olmaları konusunda nasihatler verir. En çok üzerinde durduğu konulardan biri de bilimdir.

İnsan gerek fiziksel gerek ruhî açıdan eğitime muhtaç bir varlıktır. Dünyaya geldiğinde güçsüzdür ve korunmaya muhtaçtır. Abay yedinci sözünde insanoğlunun iki türlü huyla dünyaya geldiğini bunlardan birinin beden ihtiyaçları olduğunu ikincisinin ise öğrenme isteği olduğunu söylemektedir: İnsanlar henüz bebekken çevresinde gördüğü herşeyi sorguladığını, bir öğrenme isteğinin olduğundan bahsetmektedir. Fakat olgunlaştıktan sonra aklı yettiği halde, araştırmaya, bilim öğrenme yoluna neden girmediği konusunda yakınmaktadır. İnsanoğlunun öğrenme merakının onu hayvandan ayırt ettiğini söylemektedir. “Yaşadığı dünyanın sırlarını bütünüyle bilmezse insanlığın bir değeri olmaz. Bunları bilmedikten sonra o can insan canı değildir hayvan canıdır” demektedir.

Abay ilim öğrenmenin önemini onuncu sözünde şu şekilde açıklamaktadır. “İlimsiz ahiret de yok dünya da yok. İlmiyle kılınmayan namaz, tutulmayan oruç, gidilmeyen hac, hiçbir ibadet yerine ulaşmaz”. Malını ilim yolunda harcamanın öneminden yine onuncu sözünde bahsetmektedir. Dinimizde de, kendisine ilim verilip de, o ilim ile amel etmesini ve onu başkasına öğretmesini bilen kişilere yalnızca gıpta ile bakıldığı bilinmektedir.

Abay on ikinci sözünde de imanı güçlendirmek için ilim öğrenmenin şart olduğundan bahsetmektedir. “Eğer birisi ilim öğrenmeye başlayıp onu yarıda bırakırsa o zaman o kişinin üzerine lanet yağar, ibadeti de makbul olmaz” demektedir.

Birçoğumuzun hayatında kendine zarar verdiğini bildiği ancak vazgeçemediği alışkanlıkları vardır. Abay otuz birinci sözünde, kaygısızlık, boş vermişlik, eğlenceye düşkünlük, bir şeye tiryakilik gibi şeylerin akla ve bilime zarar veren davranışlar olduğundan söz etmektedir. Pek çok insan rahat, sakin ve hoşgörülü bir mizaca sahip, kaygısız biri olarak görülmeyi iltifat olarak kabul eder. Fakat kaygısızlığın başka bir yönü daha vardır. Kaygısızlık, tembellik ve dikkatsizlikle dolayısıyla akılsızlıkla ilgilidir.

İlim elde etmek için güçlü bir arzu ve istek olmalıdır. İnsan zeki olabilir ve diğer şartları da sağlayabilir, ancak ilme yönelik arzu ve istekten yoksunsa başarılı olamaz. İlimde başarıyı elde etmek için kişinin ilgi duyduğu bir alanda çalışma yapması gerekir. Abay da otuz ikinci sözünde “Bilime tutkun, arzulu olursan ve öğrenmenin kutsal olduğunu fark edersen, gönlünde huzur hâsıl olur” demektedir.

Başkalarının muhtaç oldukları şeyleri öğretmek için, ilim öğrenmek bir sünnettir, bir ibadettir. Ancak başkalarına karşı övünmek için, kendisini üstün göstermek maksadıyla edinilmiş bilgi kişiye fayda yerine zarar verir. Abay da otuz ikinci sözünde “İlim rekabet maksadıyla öğrenilmemelidir, çok rekabet insanı bozar” demektedir.

Her Müslümanın Allah’a karşı olan vazifelerinde, hangi ibadeti nasıl yapabileceğine yönelik ilmi öğrenmeye çalışması farzdır. Bu ilmin insanı Allah’a yaklaştırıcı olması gerekmektedir. O nedenle Abay’ın otuz sekizinci sözünde de bahsettiği gibi “Mal kazanmak, şöhret ve hürmet kazanmak niyetiyle elde edilen ilimle hakikate ulaşılmaz”. Abay, ilimden çıkar bekleyen kişinin insanlıktan da çıkacağını söylemektedir. Ona göre durmadan çalışan insan zaten güç, servet, şöhret kazanır.

Peygamberimiz Hz. Muhammed “En mükemmel insan, başkalarına çok yararı dokunan insandır” demiştir. Abay’da otuz sekizinci sözünde bunu destekleyen fikirlerine yer vermektedir. Bilge insanların bu türden olduğunu düşünmektedir. Ona göre her bilge Müslüman olmayabilir. Bu bilgelerden bazılarının Allah’ı tanımadığını, bazılarının imanın şartlarını kabul etmediğini söylemektedir. Fakat buna rağmen bu bilgeler sayesinde insanoğlunun elektriğe kavuştuklarını, uzak mesafeden iletişim kurabildiklerini ifade etmektedir. Mollaların bilgelere tahammül etmediğinden bunun sebebinin ise mollaların cahil olmasına bağlamaktadır.

Abay otuz sekizinci sözünde “İlim ve sanat, asıl servet bu ikisidir.” “İlim ve sanatı öğrenmek büyük bir gayedir”. “İlim ve sanatın insanlara yararlı olabilmesi için onların inanca itaat etmeleri lazım, çünkü inanç insanlardan iyi işler yapmalarını talep eder.” gibi sözlerle bir kez daha ilmin, şan, şöhret, mal için değil Allah için öğrenilmesi gerektiğinin önemini vurgulamaktadır.

Okuma ve bilgilenme genel bir kavramdır. Kişilere, cinsiyetlere, gençlere, yaşlılara ve inançlara göre ayrım yapılamaz. Gelecekte iyi bir nesil yetiştirebilmek için özellikle kız çocuklarının eğitimine ayrı bir önem vermek gerekir. Abay da bu konuda kırk birinci sözünde şu şekilde söz etmektedir. “Kızlarımıza İslami ilimleri öğreterek, güzel, ilahiyatçılar yetiştirmemiz lazımdır”. Kızları okutarak, ilim sahibi yapmak gençlere doğru yolu gösterecek, halkın yönetiminde söz sahibi olabileceklerini ifade etmektedir.

Kaynak:

Ayan, Ekrem Bir Devrin Aynası Abay Kunanbay ve Kara Sözler/ yazar: Ekrem Ayan. – Ankara: Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi, 2017 190 s. ; 16x24 cm. – (Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi inceleme-araştırma dizisi; yayın no: 48)

 


Share:

0 yorum:

Yorum Gönder


En Popüler Yayınlar

Total Pageviews


Yürü! Hür mâviliğin bittiği son hadde kadar!... İnsan, âlemde hayâl ettiği müddetçe yaşar. Yahya Kemal Beyatlı

İhsan Fazlıoğlu Dersleri

ÖĞRENMEYİ SEVMEK

"Bilgiye sahip olarak doğmuş birisi değilim. Yalnızca öğrenmeyi ve öğretmeyi seviyorum."
Konfüçyüs

"Bilgi, ahlaki hareketten kalan şeydir."
Nurettin Topçu

Translate

ABAY

Bu Blogda Ara

Etiketler

Katkıda bulunanlar

Link list 3