"Bu site Kazakistan'dan çağlayan Bilge Abay'a adanmıştır." Muhammet Negiz | “Kıyam, yakaza ve yürüyüş... Bu üçü olmadan ilim olmaz! ” Prof. Dr. İhsan Fazlıoğlu

Kazakistan'dan Çağlayan Bir Türk Bilgesi: ABAY KUNANBAYOĞLU ...
"Kazakistan - Atyrau Üniversitesi, Uluslararası "Abay Mirası" eser yarışmasına başvuru yapıldı..."

18 Nisan 2021 Pazar

Çevrimiçi Panel: "Bağımsızlığının 30. Yılında Kazakistan"

 

Çevrimiçi Panel: "Bağımsızlığının 30. Yılında Kazakistan"


*Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi Kazak Kültürü ve Eğitimi Uygulama ve Araştırma Merkezi Aracılığıyla

*20 Nisan 2021 Salı - 13.00

Share:

12 Nisan 2021 Pazartesi

30. Yılında Türk Cumhuriyetleri Kongresi

  

30. Yılında Türk Cumhuriyetleri Kongresi

12 Nisan 2021 / Pazartesi

AÇILIŞ KONUŞMALARI
10:00 – 12:00

Prof.Dr.Necdet Ünüvar
Ankara Üniversitesi Rektörü
Baghdad Amreyev
Türk Konseyi Genel Sekreteri
Prof.Dr.Orhan Çelik
Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanı
Prof.Dr. Funda Keskin Ata
Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı

12:00 – 15:00
Başlangıç Konuşması
Prof. Dr. Mustafa Aydın (Kadir Has Ünv.)

Birinci Oturum
Oturum Başkanı: Prof. Dr. Murat Çemrek (NEÜ)
Prof. Dr. Fırat Purtaş (AHBV Ünv.) – Ömer Faruk Kocatepe (Milli Savunma Üniversitesi)
“Bölgesel İşbirliği”
Dr. Erhan Türbedar (Türk Konseyi)
“Çok Taraflı İşbirliği ve Türk Konseyi”
Prof. Dr. Yelda Ongun (Başkent Ünv.)
“Bölgesel Güvenlik”



https://us02web.zoom.us/j/84705366202?pwd=dEozMlF5MWFjcFJIYXluTGlVMzcrZz09


Meeting ID: 847 0536 6202

Passcode: 956675

12 Nisan 2021 / Pazartesi

15:00 – 17:00

İkinci Oturum
Oturum Başkanı: Prof. Dr. Çınar Özen (Ankara Ünv.)
Doç. Dr. Fırat Yaldız (Kastamonu Ünv.)
“Türk Cumhuriyetleri ve Türkiye”
Doç. Dr. Işık Kuşçu Bonnenfant (ODTU)
“Türk Cumhuriyetleri ve ABD”
Doç. Dr. Hatice Yazgan (Çankırı Karatekin Ünv.)
“Türk Cumhuriyetleri ve AB”

17:00 – 19:00
Üçüncü Oturum
Oturum Başkanı: Prof. Dr. Erel Tellal
Doç. Dr. Anar Somuncuoğlu (Hacettepe Ünv.)
“Türk Cumhuriyetleri ve Rusya”
Dr. Sabir Askeroğlu (İRAM)
“Türk Cumhuriyetleri ve İran”
Doç. Dr. Erkin Ekrem (Hacettepe Ünv.)
“Türk Cumhuriyetleri ve Çin”

https://us02web.zoom.us/j/82705463580?pwd=YVg2Qy9IR2NidXFrMHQ5d0xRc21oUT09

Meeting ID: 827 0546 3580

Passcode: 437474

13 Nisan 2021 / Salı

10:00 – 12:00

Dördüncü Oturum

Oturum Başkanı: Prof. Dr. Ayşe Ayata (ODTÜ)
Prof. Dr. Pınar Köksal (ODTÜ)
“Ulusal Kimlikler ve Toplumsal Yapı”
Prof. Dr. Guljanat Kurmangaliyeva Ercilasun (AHBV Ünv.)
“Türk Cumhuriyetleri’nde Dil ve Alfabe”
Prof. Dr. Konuralp Ercilasun (AHBV Ünv.)
“Ortak Tarih Arayışı”
Doç. Dr. Yakup Ömeroğlu (Gazi Ünv.) – Ömer Faruk Ateş (Kastamonu Ünv.)
“Bağımsızlık Dönemi Türk Cumhuriyetleri Edebiyatlarına Genel Bir Bakış”

12:00 – 14:00

Beşinci Oturum

Oturum Başkanı: Prof.Dr. Yelda Ongun
Doç. Dr. Ayşe Çolpan Yaldız (AYBU)
“Türk Cumhuriyetlerinde Çevre Sorunlarının Dünü Bugünü”
Doç. Dr. Ayça Ergun (ODTÜ) – Dr. G. Alper Ateşer (Selçuk Ünv.)
“Türk Cumhuriyetleri’nin Geçiş, Değişim ve Dönüşüm Süreçlerini Anlamak ve Açıklamak”
Dr. Guzel Sadykova – Dr. Sedef Şen (Kastamonu Ünv.)
“Türk Cumhuriyetleri’nin Makro İktisadi Yapısı ve Sektörel Analizi”
Doç. Dr. Çağla Gül Yesevi (İstanbul Kültür Ünv.)
“Türkiye- Türk Cumhuriyetleri İlişkilerinde Geçmişten Günümüze Göç”

14:00 – 16:00

Altıncı Oturum

Oturum Başkanı: Prof.Dr. Yelda Ongun
Dr. Suat Beylur (Yesevi Ünv.)
“Bağımsızlıktan Günümüze Türk Cumhuriyetlerinde Din ve Devlet İlişkilerindeki Değişim”
Dr. Erkam Temir (Kastamonu Ünv.)
“Türk Cumhuriyetlerinde Medya”
Prof. Dr. Kutay Oktay (Kastamonu Ünv.)
“Bağımsızlıklarının 30. Yılında Türk Cumhuriyetleri’nde Turizm”

16:00 – 16:30

GENEL DEĞERLENDİRME ve KAPANIŞ
Prof. Dr. Çınar Özen
Ankara Üniversitesi Uluslararası Siyasi ve Ekonomik İlişkiler Araştırma ve Uygulama Merkezi
(USEİM) Müdürü

https://us02web.zoom.us/j/85800808875?pwd=THIzWDVpMVRTT0dGbk4rTmN3OHBJUT09
Meeting ID: 858 0080 8875
Passcode: 165182
Share:

10 Nisan 2021 Cumartesi

ABAY KUNANBAYOĞLU'NUN KARA SÖZLER'İNDE TEMA


 ABAY KUNANBAYOĞLU'NUN KARA SÖZLER'İNDE TEMA



1.Hayatın Anlamı

Abay insanları, sevinçlerini ölçülü bir biçimde yaşamaları için uyarıyor. Sevincin insanı sarhoş ettiğini, bu sarhoşlukla neyin doğru, neyin yanlış olduğunu göremeyeceklerini ifade ediyor. Kişi ne sevincini ne de hüznünü abartmamalıdır. Tüm duyguları dengeli olarak yaşamalıdır. Sevinçlerini sürekli abartı halinde yaşayan insanlar sonraki zamanlarda yaşayacağı hüzünleri daha acı bir şekilde yaşarlar. Abay’da bu konuyla ilgili dördüncü sözünde şunları söylemiştir: “Sevincin kendisinde bir sarhoşluk vardır. Her sarhoş gaflet içindedir. Sarhoş haliyle konuştuğu zaman baş ağrıtır. Böyle olunca sevince boğulan kişi ne yapacağı, hangi akılda olduğunu, neyin ayıp olduğunu bilemez, gaflette kalır, böylece pişmanlık duyar. Başı beladan kurtulmaz” şeklinde anlatmıştır.

Abay sevincini yerinde yaşamanın yanı sıra üzüntü ve kaygıya gark olup kendini cezalandırmanın da doğru olmadığını söylüyor. Bunu dördüncü sözünde şöyle açıklıyor: “Çıkar yolunu bulmadan, üzüntü ve kaygının içine girip kapanmak kendine ceza vermektir.” Hüznümüzü en üst perdeden yaşayarak kendi içimize kapanmak yerine, bu mutsuzluğun üstesinden nasıl gelebiliriz düşüncesiyle kendimize bir çıkar yol bulmalıyız.

Abay altıncı sözünde Kazak atasözlerinden biri üzerinden halkı eleştiriyor. “Bilimin temeli birlik, rızkın temeli dirlik” deniliyor. Bir milletin birlik içinde olabilmesi için neler yapılması gerektiğini söylüyor. “Kazaklar birliği; ortak at, ortak aş, ortak giyim, ortak mal” biçiminde algıladıklarını belirterek eleştiriyor: Abay, birlik için bunların yeterli olmadığını eğer malını vermek istersen bunun devamında, atası başka, dini başka insanların da bu birlik içinde yer almak isteyeceklerini söylüyor.

“Rızkın temeli dirlik deniliyor, bu hangi dirlik. Yaşamayı dirlik sayan insanlar canını kurtarma peşindedir. Mücadeleden kaçar, dünyada var olan rızıklara bile düşman olur. Atasözünün ifade ettiği bunlar değildir” şeklinde Abay düşüncelerini ifade ediyor. Abay’a göre dirlik yüreğin, beynin, gönlün diri olmasıdır. Kendin canlı olsan da fikrin ölüyse, akıllıca bir söz söyleyemezsin diyerek düşüncelerini ifade ediyor.

Akıllı insanlar olayları çabuk kavrar, sorunlara pratik çözümler getirebilir. Attıkları her adımı iyi değerlendirirler, iyi düşünüp konuştukları için başarıya kolay ulaşırlar. Abay da on beşinci sözde bununla ilgili olarak şunları söylemiştir: “Akıllı kişi doğru işe merak eder, heveslenir, peşine düşer. Birisi konuşurken kulak kesilir. O geçen ömrü için pişmanlık duymaz.” Ayrıca insanın zaman zaman kendi iç muhasebesini yapması için onbeşinci sözde şöyle der “Eğer akıllı olmak istiyorsan her gün veya haftada bir kere, hiç olmazsa ayda bir defa, kendi kendine hesap sor. Önceki hesaptan bu yana ömrünü nasıl geçirdin? Bu günlerini bilime, ahirete, dünyaya faydalı ve pişmanlık duymayacak şekilde mi geçirdin? Yoksa ne yaptığını sen de bilmiyor musun? Övünmek; bir niteliği nedeniyle kendini yücelmiş sayarak bundan abartılı biçimde söz etmek anlamına gelir. Övünen insan kendini yüceltir, gururlanır. İnsanlar beni örnek alsın diye gösterişe kapılabilir. Kendini diğer insanlardan üstün görebilir. Hâlbuki kendini eksik, aciz gören insan kibirlenmez, her türlü kötülükten kendini sakınmaya gayret eder. Kendini başkalarından üstün gören insan bütün bu faziletlerden yoksun kalır. Övülen kimse kendini önemli zanneder. Birini övmek onun kibirlenmesine yol açar. Övülmek insanı kör ve sağır edebilir. Kusurlarını görmez olur, doğru sözleri, verilen nasihatleri işitmez. Bu konuyla ilgili Abay da yirmi birinci sözde düşüncelerini şöyle ifade etmiştir. “Övgü denilen türün ben iki türlüsüne rastladım. Birincisinin adına, büyüklük diyorum, diğerine ise kendine övgü diyorum.” Abay büyüklüğü zararsız görmüş ve insanın içinden kendi kendini değerli saymasıdır şeklinde açıklamıştır. İkinci olarak bahsettiği ise “övüngen” insanlardır. Bunlar başkasının övgüsünü beklerler. Bana zengin desinler, kahraman desinler, diye beklerler. Bu tip insanlar cahilin ta kendisidir diyerek onlardan uzak olunması gerektiğini öğütler.

Abay övünmeyle ilgili düşüncelerine otuzuncu sözde de yer vermiştir. “Bir şeyi kırk defa söylese bile faydası olmayan anlaşılmayan “geveze” denilen övünme vardır.” Bu tür insanların belli bir düşüncesi, yiğitliği, insanlığı, aklı yoktur. Bu tür insanlar kimin bana ne faydası var; o benim yemeğime tuz mu kattı, ya da ben onun ineğini sağarak sütünü mü alıyorum, gibi düşüncelere sahiptirler, der.

Bir işe başlarken iyi niyetle hareket edilirse sonucu da iyi olur. Bizde bu konuyla ilgili şöyle bir atasözü vardır. “Niyet hayır, akıbet hayır”. Eğer sen kalbini şerden uzak tutup yapacağın işin gerçekleşmesini istiyorsan sonucu da güzel olur, anlamındadır. Her iş başlangıcındaki niyet ne ise ona göre sonuçlanmaktadır. Şekle değil içimizden geçen niyete önem vermeliyiz. Abay da bununla ilgili otuz yedinci sözde şöyle demiştir. “Kişinin kişiliği, bir işe başlamadan önceki niyetiyle belli olur, nasıl sonuçlandığıyla değil.”

Abay otuz yedinci sözünde “Eğer elimde yetki olsaydı, ‘insanın kötü huylarını düzeltmek mümkün değildir’ diyen kişinin dilini keserdim.” demiştir. Bizim toplumumuzda, kötü huy düzelmez, “kan çıkar huy çıkmaz.” “İnsan 7’sinde neyse 70’inde de odur” atasözlerinin aksine bir görüş savunmaktadır. Aslında başkasında bir ayıp görünce, bunu kendinde aramak, kendinde bulursa, bundan kurtulmaya çalışmak kötü huyların ilaçlarındandır. Kendinde kötü huy bulunan kimse bunun sebeplerini araştırmalı, bulmalı ve bundan kurtulmaya çalışmalıdır. Kötü huydan kurtulmak, bunun zıddını yapmak için çok uğraşmak gerekir. Çünkü insanın alıştığı şeyden kurtulması zordur. Fakat Abay görüldüğü gibi kötü huyların düzelemeyeceğine inanan insanları oldukça sert bir dille eleştirmiştir.

Ümit etmek, duyguların en değerlilerindendir. Çünkü insana moral verir, insanın önünü görmesini sağlar. Çok çetin yolları umutlarımızla aşabiliriz. Kimi insanlar çabalamak yerine başına kötü bir şey geldiğinde karamsarlığa düşerler. Her kötü olayın ardından yeniden güzelliklerin olacağı umudu bizi hayata bağlar. Abay otuz yedinci sözünde “Ümit kesmek, gayretsizliktir. Dünyada her şeyin değiştiği bir gerçektir. Çok sert karlı kışın ardından, yeşilliği çok güzel yaz gelmiyor mu” şeklindeki sözleriyle insanoğlunun asla umudunu yitirmemesi gerektiğini, umudunu yitiren insanların güçsüz, çabasız olduğunu dile getirmiştir. Abay’ın dünya görüşünde pes etmek yoktur.

Abay otuz yedinci sözünde “Gücü olmayan kızgınlık, sözünden dönen âşık, öğrencisi olmayan bilgin hiçtir” demektedir. Kızgınlık ve öfke her insanın yaşayabileceği doğal duygulardandır. Ancak herkes tarafından farklı şekillerde yaşanabilir. Kızgınlık kimileri için sessiz, gergin ve soğuktur. Kimileri ise acıma ve gözyaşıyla bağdaştırır kızgınlığı, kimilerinde ise kızgınlık korku ve kaygı uyandırır. Abay sizi korkutan, çaresizlik içinde bırakan bir kızgınlığınız yoksa bunu bir hiç olarak adlandırıyor. Sözünden dönen aşığın gözden de düşeceğini anlatıyor. Bilgisini başkasıyla paylaşmayan, ona öğretmeyen bilginin de hiç bir işe yaramayacağını söylüyor.

Abay kırkıncı sözüne “Sizlere nedenlerden oluşan sorularım var” şeklinde başlamış. Genellikle Kazakları davranış ve düşünce tarzlarını eleştirmiştir. Yaşlıların kendi akranlarıyla neden iyi geçinemediklerini sormuş. Başka bir milletten olan birini gördüğümüzde onu kardeş gibi kucaklayıp dostça karşıladığımızı fakat kendi milletimize bu yakınlığı neden göstermediğimizi sorar. Kazakların çocuklarına küçükken iyi davrandığını, büyüdüğünde neden soğuk davrandığını sorgular. Her gün sözünü dinleyen dostunun bir gün dinlemediğinde arada bir sözünü tutan düşmanla aynı kefeye koyman nedendir, der. Birisi başkasına misafir olduğunda ondan hizmet bekler, fakat o kişi kendi evine gelirse aynı hizmeti neden göstermez. Halkı yöneten yetenekli insanların neden fakir olduklarını sorgular. Görüldüğü gibi Abay; eğitimsizlik, gayretsizlik, tembellik, düşüncesizlik, dedikoduculuk, rüşvet, yalan, hırsızlık, hasetlik, merhametsizlik gibi birçok konuya sözlerinde değinmiştir.

Abay kırk ikinci sözünde yine övünmekten bahseder. “Bu devirde zengin olma, akıllı olma ve otorite sahibi olma gibi şeyler övünülecek şeyler değildir” der. O, halkı kandıran başkasına iftira atan kişilerin övünmeye layık olduğunu söyler. Övülmesini seven kişilere “Siz ne derseniz onu yapmaya hazırız” diyerek onu aşırı derecede överler. Ona faydası dokunmasa da övdüğü kişiden, para, giysi, at alır ok kişi de bundan etkilenerek burnu havada gezer, der.

Abay kırk üçüncü sözünde “Eğer sanatı tekrarlayıp her gün pratik yapmazsan en önemli yerleri yok olur gider” demiştir. Eğer tekrar edilmezse sanatı koruyacak güç de kaybolur, demiştir. Bu kuvvetin içerisinde üç tane güç olduğundan bahsetmiştir. Bu güçlerin tamamı, öğrendiklerini düşünmeye ve tekrar etmeye yöneliktir. Bu üç gücün söylediklerini yerine getirmezsen makama düşkünlük, öfke, yalan söylemek, içki içmek ve kumar oynamak gibi kötü şeylere meyil edebileceğimizi söyler. Bizlere neyin yararlı neyin zararlı olduğunu gösterecek gücün adı akıldır. Akıl ve gayret birleşerek bu duruma engel olabilir.

2.Kazak Halkı

Abay’ın Kara Sözler’i genel itibariyle Kazak halkının aydınlanması yönünde öğüt verici niteliktedir. Halk içerisinde toplumsal yaralara sebep olan adaletsizlik, medeniyetsizlik, hasetlik, övünme, yalan, dedikodu ve tembellik gibi konuları sözlerinde eleştirmiştir. Bilinçli ve iradeliler Kazak gençliğinin yetişmesi için elinden geleni yapmıştır.

Abay birinci sözünde Kazak halkı için bir karamsarlığa düşmüştür. Abay ömrünün son günlerinde kendisiyle iç muhasebesi yaparak halkı idare etmek istemediğinden, hayvanlara bakıp sayısını çoğaltamayacağından, bilimden anlayan kimse olmadığı için bilim yapamayacağından ya da din idareciliği, çocukların eğitimi gibi konularla uğraşmanın vakit kaybı oluşturacağından bahseder.

Abay ikinci sözünde çocukken Kazakların, Özbekleri ve Rusları küçümsediğini duyduğunda sevinirmiş. “Ey Tanrım, bizim dışımızdaki halkların hepsi yaramaz ve kötüymüş, en iyi halk bizmişiz diyerek bahsedilen sözleri ilginç görür sevinerek gülerdim” şeklinde ifade etmiş. Oysaki daha sonra bunların gerçek olmadığını “Özbeklerin ekmediği ekin, tüccarların gitmediği yer, yapmadığı işler yoktur” diyerek üzüntüsünü anlatır. Ruslar içinde “Çalışıp mal kazanmanın yollarını onlar biliyor. Saltanat da güzellik de onlarda. Bizler hayatımızı sürdürmek için birer hizmetçi kuluz” şeklinde ifade ediyor. Kendi milletinin neden bu kadar geri kaldığını düşünüp üzülmekte ve övündüğümüz, sevindiğimiz, güldüğümüz Kazaklar nerede? demektedir.

Abay üçüncü sözünde yine Kazakların, kıskançlık, tembellik, birbirlerine düşmanlık, bilgiye duyarsızlık gibi özelliklerinden örneklerle bahsetmektedir. Kendi kendine, Kazakların birbirine ziyankâr olması, birisinin başarısının başkası tarafından kıskanılması, kendilerinin tembel olmasının acaba sebebi nedir? diye sorgulamaktadır. Abay’a göre tembel insanlar korkak, gayretsiz olur, kendi kendini övenler akılsız cahil olur.

Abay Kazakların böyle olmasının sebebinin mallarını çoğaltmaktan başka düşüncelerinin olmamasından kaynaklandığını söylemektedir. “Ticaret, sanat, bilim gibi şeylerle uğraşsalardı, bu durumlara düşmezlerdi” der.

Abay üçüncü sözünde adaletsizliğe değinir. Köy muhtarı seçilecek kişinin, şan, şeref sahibi, eğitim görmüş olması gerekir, der ve böylesinin halka faydalı olacağını söyler. Fakat Kazaklar’ın muhtar seçimlerinde de çeşitli adaletsizliklerin olduğunu ifade eder.

Abay beşinci sözünde Kazakları anlatan çeşitli durumlardan söz etmiştir. Örneğin Kazaklar’ın “Ey Tanrım bizi çocuk gibi kaygısız et” diye dua ettiklerine şahit olmuştur. Kazaklar’ın korkularını bazı atasözlerinden anlayabileceğimizi ifade etmiştir. “Bir günlük hayatın varsa, mal topla”, “Zengin olanın yüzü nurlu, fakir olanın yüzü çarık”. Bu atasözlerinden, Kazak halkının barış için, ilim için adalet için kaygı duymadığını anlıyoruz. Malı çok olursa, babasını bile düşman olarak görebilir. Hırsızlıkla, kurnazlıkla, dilencilikle kazanılan mal Kazak halkı için kâr sayılmaktadır.

Abay beşinci sözde Kazaklar’ın bu durumlarında bahsederek onların çocuklardan bir farkının olmadığını, hatta çocukların ateşten korktuğunu, ama onların cehennemden bile korkmadığını, çocukların utanmayı bildiğini, büyüklerin utanmayı dahi bilmediğini ifade eder.

Yalakalık içten olmayan düşüncelerle, birini memnun etmeye, gözüne girmeye çalışmak anlamına gelmektedir. Abay sekizinci sözünde kadı ve muhtarın hiçbir zaman halkı dinlemediğini dinlemek istese de zamanın olmadığını ifade eder. Kadıların kafasında üst makamları nasıl memnun ederiz, zararlarımızı nasıl telafi ederiz gibi düşüncelerin olduğunu söylemektedir. Abay burada Kazak yönetimi içerisindeki çarpıklıklardan da bahseder.

Abay dokuzuncu sözünde de kendi kendisiyle iç muhasebesine girmiştir. “Kazaklar’ı, seviyor muyum, sevmiyor muyum? Eğer seviyorsam onların davranışlarını desteklemem gerekirdi.” demektedir. Gençliğinde Kazak halkını bırakıp gitmek gibi düşüncelerinin olmadığından ve onlardan ümitli olduğundan bahseder.

Abay onuncu sözünde Kazaklar’ın Allah’tan çocuk istemelerinden bahseder. Eğer sen hayat boyu başkalarına iyilik yaptıysam senin çocuğun olmasa da iyilik yaptıkların da senin arkandan Kur’an okur, der. Ahiret için evlat istemenin doğru olmadığını savunur. Büyüdüğünde ebeveynlerini kurtaracak çocuğun, Kazak halkının içinden çıkamayacağını söyler.

Abay on altıncı sözünde yine Kazak halkını eleştirir. “Kazak yapmış olduğu ibadeti Allah kabul eder ya da etmez” diye endişe duymaz. Sadece toplumun yaptığını biz de yapıp yatıp kalksak bizim için bu yeter diye düşünür. “Abay burada biraz daha ileriye giderek Kazaklar’ın Allah’ı tüccara benzettiklerini söyler. Dinleyerek öğrenmek için Kazak çaba harcamaz, tembeldir, ben bu kadar öğrenebiliyorum, şimdi de yaşlandım, der.

Abay yirmi ikinci sözünde ruhun kendisiyle mücadelesine devam etmektedir. Kazaklar’ın içinde kimi sevmesi kime saygı göstermesi gerektiğini düşünür. Bu devirde gerçek zenginin, gerçek beyefendinin olmadığını düşünmektedir. Saygı duyulacak yönetici ya da hatibin de Kazak halkı içinde olmadığını söyler. Abay kuvvetli ve sağlam olana saygı duyulması gerektiğini şu sözlerle ifade etmektedir. “ Güçlü, kuvvetli birine saygı duyayım desen kötülük de herkes güçlü, iyilik de güçlü olan kimse yok.”

Yirmi üçüncü sözünde Abay yine Kazak halkının kendini teselli ederek avuttuğunu söylüyor. Tüm halk ne yaparsa yanlış olsa bile Kazak halkı aynısını tekrar eder, doğru mudur yanlış mıdır düşünmez. Bunu “Yolunu kaybeden bin kişiye bir kişi yol gösteremez mi?” şeklinde ifade etmektedir.

Abay yirmi dördüncü sözünde Kazaklar’ın sanatı ve bilimi tercih etmeyip, hırsızlığı, yalanı, dedikoduyu, düşmanlığı seçtiğini söylemektedir. “Bilimi seçeceği günleri görebilecek miyiz” diye dert yanmaktadır.

Abay yirmi altıncı sözünde “Cahil halk sevinilmeyecek şeylere sevinir durur, üstelik sevinirken ne söyleyip ne yaptığını kendisi de bilmeyecek kadar bir sarhoşluğa kapılır. Utananlar ise utanılmayacak şeylerden utanırlar, utanılacak şeylerden de utanmazlar. Bunların hepsi cahillik ve ahmaklık eseridir” şeklinde Kazaklar’ı anlatır. Ona göre Kazaklar’ın atları yarışta kazanırsa, güreş yapan güreşte kazanırsa onlar için daha büyük sevinç yoktur. Abay bir hayvanın hünerli olmasında veya bir güreşçinin üstün gelmesinde övünülecek bir şey olmadığını söyler. İyi at bazen bu milletten bazen başka millette çıkabilir. Bu insanlığın elinde olan bir şey değildir, der.

Abay otuz üçüncü sözünde de Kazak halkının tembelliğiyle ilgili örnekler vermeye devam ediyor. Kazaklar’ın çoğunun işini büyütmek istemediğini, yapmış olduğu az buçuk şeylerle övünerek bana bu da yeter diyerek kendilerini iyi bir zanaatçı sayıyorlar. Sabahtan akşama kadar yatarak zaman öldürdüklerini ifade ediyor. Kazaklar’ın bir iki hayvan sattıklarında kendilerini zengin zannettiğini anlatıyor. Biri Kazak’ı çok hünerlisin, cömertsin dediğinde faydası olmayan övgüye kapılarak zamanını boşa geçiriyor, şeklinde Kazak halkının kötü huylarını anlatıyor.

3.Din ve Ahlak

İman, bildirilen altı esasa inanmak ve Allah-u Teâlâ tarafından bildirilen, Hz. Muhammed’in getirdiği yasakların hepsine inanmak ve inandığını dil ile söylemek demektir. İman Muhammed aleyhi selamın Peygamber olarak bildirdiği dini, akla, tecrübeye ve felsefeye uygun olup olmadığına bakmadan tasdik etmek yani kabul etmektir. Akla uygun olduğu için tasdik etmek, aklı tasdik etmek olur. Abay on üçüncü sözünde “Hangi emre iman edilirse, onun gerçekliğine akıl ile varmak, akıl yolu ile delillendirmek imandır” şeklinde imanın akıl yolu ile tasdik edilmesi gerektiğini vurgular. Ayrıca on üçüncü sözünde imanı korumak için korkmayan bir yürek ve bitmeyen bir kuvvet gerektiğini söyler.

Abay yirmi sekizinci sözde Allah’ın adaletinden bahsediyor. Adalet Allah’ın, hangi amaçla yarattıysa, o amaca uygun olarak birine hak ettiğini verme manasındadır. Adalet deyince herkese eşit muamele anlaşılabilir. Fakat bazen herkese eşit vermiyor, diye isyan ederiz. Kâinatta eşitlik mevcut değildir. Herkesi aklı, fikri, idrak kavrayışı farklıdır. Herkes kendi hakkında takdir edileni yaşamak zorundadır. Bu konuyla ilgili Abay yirmi sekizinci sözde bunları söylüyor. “Birileri zengin, birileri fakir, birileri hasta birileri sağlam, birisi akıllı, birisi cahil. Bunlar niye böyle dediğinde; Allah böyle yarattı, deriz. Oysaki biz Allah’ı kusuru olmayan, adil diye iman etmemiş miydik” der. Bu sözleri ile Abay’ın bir sorgulama içine girdiğini görüyoruz.

Abay otuz dördüncü sözünde “Kimin gönlünde dünya endişesi, dünya sevinci, ahiret endişesinden ve ahiret sevincinden üstün olursa Müslüman sayılmaz” der. Dünya endişesini ahiret endişesinin önüne aldığın zaman, her ikisinde de hüsrana uğrayabilirsin. Müslüman hem dünyası hem de ahireti için çalışmalıdır. Dünyada kendisine yetecek kadar çalışır. Cahilin bütün düşüncesi dünyadır, dünyalıktır. Gerçek Müslümanınki ise ahirettir, Allah’tır. Abay de gerçek Müslümanın ahireti dünyaya değişmemesi gerektiğine inanır.

Riya, bir şeyi olduğunun tersini göstermektir. Kısaca gösteriş demektir. Abay’da otuz beşinci sözünde böylelerine seslenir. “Allah dünyada riyakârlık yaparak hacılık yapanı, mollalık yapanı, sûfi olanı ayrı yere koyarmış ve mükâfat yerine sorguya çekermiş” diyerek hatırlatma yapmaktadır. Bu tür insanlar dünya kazancına, dini alet etmektedir. İbadetlerini gösterişle yaparak, insanların sevgisini kazanmaya çalışmaktadır. Başkalarının sevgisine ve vgüsüne kavuşmak için, dünya işleri ile onlara iyilik yapmak, riya olur. İbadeti de riya ile yapıyorsa Abay’ın da hatırlattığı gibi bunların yeri ahirette cehennemdir.

Utanma duygusunun kaynağı imandır. Sahibini kötülüklerden koruyucu ve kurtarıcı etkisi söz konusudur. Utanma duygusu yaradılıştan da gelebilir, sonradan da edinilebilir. Ancak bunu dine uygun kullanmak, çaba, bilgi ve niyet gerektirir. Ayrıca günahtan kaçınmaya yönlendirdiği için de imandandır. Abay’da otuz altıncı sözünde utanma duygusundan söz etmiştir. Abay’a göre; utanma imanın yarısıdır. İki türlü utanma duygusu vardır. Birincisi cahil olanın utancıdır. Ne şeriata, ne de mantığa sığmayan, hiçbir kusuru olmasa da bilmemesinden dolayı utanılmayacak şeyden utanmak ki buna ahmaklık denir, demektedir. Abay’a göre gerçek utanma; şeriata zıt, akla mantığa uymayan bir işi yaptığında olur. Bu utanmanın da iki çeşidi vardır. Birincisi; Bir kusuru ben yapmayıp, başkası yapsa da onun adına düşünerek utanır. İkincisi dine, akla uymayan, nefse şeytana uyarak farkında olmadan, kendi utancını, kendi ayıpladığında ortaya çıkan utanmadır. Abay utanma duygusu ile ilgili olarak halkında gördüğü eksikliği şöyle izah eder: “Gördüğüm kişilerin utanması şöyle dursun kızarmıyor bile “yaptığım o işten ben utandım tamam mı, daha ne yapayım?” “Tamam, bu ayıbı ben yaptım ama sen de böyle yapmaz mıydınız?” falanca da filanca da şöyle şöyle ayıp işlediler ama başları dimdik dolaşıyorlar, benim yaptığım onlarınkinin yanında ne ki? diyerek kendilerini savunurlar. Utandırayım desen sakince oturup yüksek sesle tartışırlar. Şimdi bunda utanma duygusu var diyebilir miyiz yoksa utanmaz mı diyelim? Bu tür insanların imanından şüphe ederim.”

Abay otuz sekizinci sözünün çoğunluğunu din ile ilgili görüşlerini açıklamak üzere yazmıştır. Ona göre öncelikle Müslümanlar öncelikle imanın ne olduğunu öğrenmeliler. İman demek sadece inanmak demek değildir. Allah’ın bir olduğuna, Kuran’ı Kerimin onun sözü olduğuna, Peygamber Efendimizin onun elçisi olduğuna inandım demenin gerçek inanma için yeterli olamayacağını düşünür. İlk önce inancın var olma sebebinin anlaşılması gerekir. “Sen Allah için mi inanıyorsun, kendin için mi?” İnançta insanın kendi için bir kurtuluş görmesi gerektiğini savunur.

Abay otuz sekizinci sözünde Allah’ın sekiz sıfatının öğrenilmesini zorunlu olduğunu söyler. “Allah’a benzemeyi istemekten kaçınma, ona benzemek, onun bize emrettiklerine uymaktır.” der. İnsanların, Allah’ın sekiz sıfatının tümüne sahip olmalarının imkânsız olduğunu, hiç değilse sadece taklit etmenin yeterli olduğunu ifade eder.

Abay otuz sekizinci sözünde “Biz Allah’ı onun sıfatlarını görerek tanıyabiliriz, onun kendisini tanımak imkânsızdır. Allah’ın özünü anlamak değil, bir yaratıcılık sırrını anlamaya en bilge insanların bile aklı ermez” der. Buna bağlı olarak Allah’ın ilim ve kudret sıfatlarını açıklar.

Allah yarattığı varlıklara karşı çok şefkatlidir. Onları korur, kollar. Onların her türlü ihtiyaçlarını karşılar. Yaşamlarını devam ettirebilmeleri için ne gerekiyorsa Allah onların hepsini canlılar için hazırlamıştır. Allah’ın Rahman ve Rahim isimleri de bunlar üzerine kuruludur. Abay’da otuz sekizinci sözünde bu konu üzerinde durmuştur. Allah’ın kulları için bereketli yağmurlar, yeşillikler, meyveler, ağaçlar, kuşlar verdiğini pınarlar, ırmaklar, sular, suyun dibinde balıklar yarattığını, güneşi yeryüzüne ısı vermesi için yarattığını anlatır. “Dünyanın tümü insanlar için yaratılmıştır” der. “Bunlara bakın ve düşünün” der. Bunların hepsinde yaratanın insana olan sevgisi vardır. Ve ona göre insan bu sevgiye karşılık bir cevap vermelidir.

Abay’a göre asıl inancın kaynağı: Bilgi, namus ve merhamettir. Biz kendimiz bilgi edinmeyi, her zaman kendi onurumuzu düşünmeyi ve insanlara iyilik yaparak hakîki Müslüman olmayı kendimize maksat etmemiz gerektiğini otuz sekizinci sözünde açıklar. Bu üç ilahi gücün sahiplerinin, öncelikle Peygamberler sonra evliyalar, sonra tanrıbilimci bilginler onlardan sonra ise asıl Müslümanlar olduğunu söyler. Ona göre Peygamberler ve din adamları dünya nimetlerinden vazgeçip ancak ahireti düşünmüşlerdir. Bilginler ise sadece dünya nimetleri için kaygı duymuşlardır. Abay her iki gruba da hak veriyor. “Bence her iki grup, kendi idealini takip ederek belli derecede kendilerini feda etmişlerdir” diyerek düşüncesini ifade ediyor. “İnsanlık sadece inanç yolunu seçseydi, tüm dünya nimetlerinden vazgeçseydi yeryüzü akla hayale gelmez derecede bakımsız kalırdı” demektedir.

Abay otuz sekizinci sözünde “sadece kendi mahareti, düşünceleri ve tecrübesiyle yüksek ruhi güçleri anlayabilen ve kendinde sevgiyi ve gerçeği birleştiren insana bilgin veya düşünür denir” demektedir. Abay’a göre insanlığın elde ettiği en yüksek teknolojiler onların aklıyla ortaya çıkar. Elektriği, telefonu bu tür bilginlerin bulduğunu söyler. Bu bilge insanların tamamının Müslüman olmadığını ve kimisinin imanın şartlarını kabul etmediğini, kimisinin Allah’ı tanımadığı anlatır.

Abay’ın otuz sekizinci sözünde mollaları da eleştirdiğini görmekteyiz. Halkın mollalardan zarar gördüğünü anlatıyor. Gayelerine ulaşmak için her yolu denediklerini uydurma sözlerle halkı kandırdıklarını düşünüyor. “Medreselerimiz eski zamanlarda nasıl eğitim veriyorsa yine aynı şekilde eğitim veriyor. Bu medreselerde edinilen bilgiler zamanın ruhuna uymuyor ve gerçek hayatta uygulanmıyor.” demektedir. Hz. Muhammed bile dini adetleri değişmez bir yasa olarak görmezken mollaların yeniliklere kapalı olduğunu söylüyor.

Abay otuz sekizinci sözünde “ilim ve sanatın insanlara yararlı olabilmesi için, onların inanca itaat etmeleri lazım, çünkü inanç insanlardan iyi şeyler yapmalarını talep eder” demektedir. İlimden kasıt kişinin kendisine lazım olacak kadar dinini öğrenmesidir. Bu her Müslüman için farzdır. Çünkü bilgisiz itaat olmaz.

Abay otuz sekizinci sözünde insanların kendi kendini sorgulamasını ister. İnsanlara abdest alıp, namaz kılıp, oruç tutarak kalplerinin huzurlu olup olmadığını soruyor. “Şayet siz Allah’ı bütün vücudunuzla kabul ediyorsanız, o zaman yaptığınız ameller samimi ve anlamlı olacak” demektedir. Abdestin, namazın, orucun sadece inancın dış görünüşü olduğunu söyler. Eğer ibadet ederken içinizde Allah’a sonsuz bir inanç hissetmiyorsanız, bu büyük riyakârlıktır, demektedir.

4.Eğitim

Abay gençlerin eğitimi konusunda son derece titiz davranmıştır. Abay sözlerinde Kazak halkının cahilliğinden, tembelliğinden şikâyet etmektedir. Birinci sözünde “Bilimle uğraşacak, bilimden bahsedecek adam yok, bilmediğini kimden soracak ve bildiğini kime anlatacak. Dertleşip dert çözüp, şer uzaklaştıran kimse olmadıktan sonra, bilim insanı ihtiyarlatan bir beladır” şeklinde düşüncelerini ifade etmektedir.

Yine birinci sözünde “Bilimin faydasının bilindiği ve barış içinde yaşanan bir yer bulamadım” diyerek çocukların eğitilmesi gerektiğini, fakat Kazak halkının, ilim öğrenmenin faydasından haberdar olmadığını anlatmaktadır.

Korkaklığın eğitimsizlikten kaynaklandığını söyleyen Abay, bunu üçüncü sözde şöyle ifade etmektedir: “Dünyada tanınmış insanların açıkladığına göre; tembel kişi korkak ve gayretsiz olur, gayretsiz kişi övüngen ve korkak olur, övüngen kişi akılsız, çaresiz ve korkak olur, akılsız kişi de çaresiz ve arsız olur. İlimle ve bilimle uğraşılırsa bu durumlardan kurtulabiliriz.”

Gayret, akıl ve kalp hünerlerinden bahsetmek için koşarak ilime gelmişler. Hepsi kendi özelliklerini anlattıktan sonra ilim, on yedinci sözde hepsine cevaben şöyle der: “…hepinizin iyi ve kötü yanlarınız var. Ama benim işim üçünüzü buluşturmak. Hepsini bir arada yürütmek bilimdir. Bu üçünü bir kişide bulursanız, o ayağının tozu yüze sürülecek adamdır” diyerek ilmin önemini vurgulamaktadır.

Bilindiği gibi cahil insana laf anlatmak, ona bir şeyler öğretmek oldukça zordur. İnsan doğduğu zaman akıllı olamaz. Sadece işitir, görür, tadına bakar, dünyadaki iyiyi ya da kötüyü terk eder. Yaşadığı tecrübelerden ders çıkaran adam bilgili olur. Abay on dokuzuncu sözünde “Her akıl, tek başına işe yaramaz” demektedir. Onu göre bu akıllardan yararlanmasını bilen kişi, iyiliklerden ders alır, kötülüklerden uzaklaşırsa iyi biri olur. Fakat duymadığını tekrar sorup öğrenmezse, hemen unutursa, bu tür insanlara laf anlatmanın faydasızlığından bahsetmektedir. Yani “laftan anlamayana laf anlatmaktansa, hayvana anlatsan daha iyi” diyerek eğitimli insanla cahil insanın farkını ortaya koymuştur.

Abay yirmi birinci sözünde de Kazak halkının eğitimsizliğinden kaynaklanan düşüncelerini şu şekilde dile getirmektedir. “Övgü denilen şeyin iki türlüsüne rastladım. Birincisi cahil, övüngen, edepsiz, arsız, dedikoducu olduğu halde insanlardan kendini üstün görüp onlardan uzaklaşan kişiler. İkincisi ise sürekli başkalarının kendisini övmesini bekleyen kişilerdir. Üçüncüsü ise kendi kendisini öven insandır. Abay bu tip insanlara “Cahilin ta kendisi” şeklinde adlandırmaktadır.

Eğitim çocukluktan başladığı müddetçe en güzel karşılığını alabiliriz. “Ağaç yaşken eğilir” atasözünün gereğince küçük yaşlardan itibaren eğitime önem vermek gerekir. Ancak dönem itibariyle Kazak toplumunun içinde bulunduğu zor şartların, kültürel ve medeni gelişmeleri zora soktuğu bir gerçektir. Bunu dikkate alan Abay yirmi beşinci sözünde çocukların eğitimi için şu ifadeleri kullanmıştır: “Çocukları okutmak önemli, sadece (Allah’a) kulluğu ve Türkü tanımayı düzgün öğrense yeterlidir. Onlar için bu yerler Dar’ül Harp’tir. Burada önce mal sahibi olmak gerek, ondan sonra Arap ve Fars gerek. Karnı aç kişinin gönlünde akıl, bedeninde ar ve ilme düşkünlük nasıl olsun? Ne zaman ki karnı doyar ancak o zaman ilim ve sanata ihtiyaç duyar. Bunu öğreneyim, çocuğuma da öğreteyim diye aklına gelir.”

Abay’ın aydın kişi kimliğinin göstergesi, kendi kültürünün yanı sıra farklı kültürleri ve dilleri de öğrenmeyi tavsiye etmesidir. Elbette kendi vatanını işgal eden devletin dilini öğrenmek bir tezat oluşturmakta fakat burada aydın kişi olma kimliği kendini göstermiş ve bölgenin bilim dili olan Rusçanın öğrenilmesini tavsiye etmiştir. Bunun ifadesini de yirmi beşinci sözde şu şekilde izah etmiştir. “Rusça öğrenmek gerek, hikmet de zenginlik de, sanat da, ilim de hepsi Rus’ta var. Zararından kaçınmak için, faydasına ortak olmak için dilini, eğitimini, ilmini bilmek gerek. Bunun için onlar dünyanın dilini bildi ve böyle gelişti. Onun dilini bilirsen gönül gözü açılır.”

Cahillik başa beladır. Cahilliğin bir başka göstergesi, nerede oturup kalkacağını, hangi durumda nasıl tepki vereceğini bilmemektir. Abay yirmi altıncı sözünde bunu şöyle dile getirmektedir: “Cahil olan halk sevinilmeyecek şeye sevinir. Sevindiği zamanda ne söyleyip ne yapacağını kedisi de bilmez. Değişik bir sarhoşluğa kapılıp aklı gider. Ayrıca utanan kişiler utanılmayacak şeyden utanır, utanılacak şeyden de utanmaz. Bütün bunlar cahillik ve ahmaklığın eseri.”

Başarı birey için anlamlı olan amaçların, yapılmış olan günlük programlarla adım adım gerçekleşmesidir. Kişisel amaçlar belirlenmeden başarılı olmak mümkün değildir. Hedefi olan insanlar toplumda belli yerlere gelebilirler. Abay da bu konuyla ilgili düşüncesini otuz yedinci sözünde “Başarılı olmak istiyorsan, usulünce çalış” şeklinde ifade etmektedir.

Akıllı insan her şart ve durumda aklını kullanabilen insandır. Akıllı insan öğrenmeyi alışkanlık haline getirebilmiş kişidir. Abay da kırk üçüncü sözünde öğrenmenin hayat boyu sürmesi gerektiğini, Allah’ın insana verdiği yetilerle neyin doğru neyin yanlış olduğunun farkına varabilmesi gerektiğini, aksi takdirde insanın hayvana benzeyeceğini ifade etmektedir.

5.Dostluk ve Sevgi

İnsanın hayatında birçok arkadaşı, çevresinde pek çok yakını bulunur. Ancak bu insanların hepsi dost değildir. Dost dediğin bizi karşılıksız sever. Dost yanımızda olmasa da varlığını bildiğimiz, yanımızda hissettiğimiz kişidir. Dostluk doğruluğa açık sözlülüğe, güvene dayanır. Abay otuz dördüncü sözünde dostlukla ilgili düşüncesini şu şekilde ifade etmektedir: “İnsanlığa dost olan herkes dosttur.” “Dostluğu dostluk çağırır”.

Abay otuz yedinci sözünde “Sadece babasını düşünen, insanlara düşmandır. İnsanları düşünen ise senin kardeşindir” demektedir. Abay bu cümlelerinde insanoğlunun bencil olmaması gerektiğini, sadece kendini değil toplumu da düşünen insanların birbiriyle kardeş olabileceğinden söz etmektedir. Kendini düşünen insanlar genelde ilgi odağı olmayı, dikkat çekmeyi ve olayları kontrol etmeyi isterler. Bencil kişiler başkalarıyla işbirliği yapmakta zorlanırlar. Çünkü dikkatleri hep kendi üzerlerinde olur. Empati yapamazlar. Bencil insanlar kendi çıkarları için başka insanları kullanabilirler. Yani Abay’ın da dediği gibi sadece kendini düşünen kişi, insanlara düşmandır.

Abay yine otuz yedinci sözünde yukarıdaki cümleleri destekler nitelikte şu sözleri söylemektedir: “Sadece kendin için çalışırsan, kendisi için yayılan hayvan gibi olursun, insanlık için çalışırsan Allah’ın sevgili kullarından biri olursun”.

Arkadaş çevresi kötü olan insanlar, bu kişilerle ile dolaşıp aynı işleri yapmaktan bir süre sonra kötü yola girerler. İyi olanlar ise her zaman ılımlı, sevecen, yardımsever ve hoşgörülü olurlar. İnsan beraber olduğu, zaman geçirdiği kimselerden etkilenir. Abay da otuz yedinci sözünde “İnsanoğlunu zaman yetiştirir ve olgunlaştırır, her kim kötü ise onun akrabalarının ve çağdaşlarının da bu kötülükte payı vardır. Onlar da bu kötülüğe ortaktırlar” demektedir. Arkadaşların hayatımızın her dönemindeki etkileri tartışmasızdır. Arkadaşlık değerli bağlardan oluşarak bizi birbirimize bağlar. Elbette ki iyi arkadaş olabilmenin önemli kurallarından biri de yaptığı kötülük karşısında onu uyarmaktır.

İnsanların çok sayıda ve çeşitte olan ihtiyaçları tek bir birey tarafından karşılanamaz. İnsan toplumsal bir varlıktır. Toplu halde yaşamak insanın yaşam kalitesini yükseltir, yaşamını kolaylaştırır. Abay’da otuz yedinci sözünde bu konuya değişmiş ve düşüncelerini şu şekilde ifade etmiştir: “Dünyada yalnız kalan insan ölü gibidir.” Yalnız yaşamaya kimse dayanamaz. Bir müddet sonra hayat onun için anlamsızlaşır, her şeyi kendi başına yaşamayacağını fark eder ve mutsuz olur.

İyi arkadaş sizin iyi ve kötü gününüzde yanınızda olan kişidir. Sizi hiçbir zaman yarı yolda bırakmaz. Sürekli size destek verir. Fakat kötü bir arkadaş edindiğinizde sizde onun yaptığı kötülüklere maruz kalabilirsiniz. Hatta yanlış arkadaş seçiminizden dolayı siz de onun gibi anılmaya başlarsınız. Abay otuz yedinci sözünde “Kötü arkadaş gölge gibidir.” demektedir. Kötü arkadaştan kaçsan da kurtulamazsın. Çünkü sana verdiği zararlar, onunla arkadaşlığını bitirsen dahi devam edebilir.

Abay iyi dostun tanımını otuz sekizinci sözünde de şu şekilde yapmıştır: “Saf dostluk; çıkar gözetmez, düşmanlık duygusundan, egoizmden veya sert bir dille veya fena bir hareketle başkalarının gözünde kendine şöhret kazandırma hevesinden uzak olur.”

Abay otuz yedinci sözünde “Dostu çok olanla selamlaş” demektedir. Ona göre; dostu çok olan insandan insana zarar gelmez, etrafında sevilen sayılan bir kişidir. O nedenle dostu çok olan insandan korkulmaması gerektiğini ifade etmektedir.

Abay kırkıncı sözünde gerçek dostun arkadaşının başarısı karşısında mutlu olması gerektiğini fakat insanların neden bunu çekemediğini güzel ifadelerle sorgulamaktadır. “Atını yarıştırdığında, seni destekleyen yakınların, atının derece almasından sonra küsmelerinin sebebi nedir?”, “Çok kişi dostunun başarılı olmasını istemez. Eğer dostu başarılı olursa, niçin düşman gözüyle bakar?”, “Her gün sözünü dinlediğin dostunun arada bir sözünü dinleyen düşmana ölecek kadar yakınlaşması nedendir?”

6.Bilim

Abay’ın en çok şikâyet ettiği şey toplumu saran cahilliktir. Abay cahilliğin içine; tembellik, yalancılık, eğitimsizlik, hırsızlık, uyuşukluk gibi kavramları alır. Eserinde de halka bunlara karşı uyanık olmaları konusunda nasihatler verir. En çok üzerinde durduğu konulardan biri de bilimdir.

İnsan gerek fiziksel gerek ruhî açıdan eğitime muhtaç bir varlıktır. Dünyaya geldiğinde güçsüzdür ve korunmaya muhtaçtır. Abay yedinci sözünde insanoğlunun iki türlü huyla dünyaya geldiğini bunlardan birinin beden ihtiyaçları olduğunu ikincisinin ise öğrenme isteği olduğunu söylemektedir: İnsanlar henüz bebekken çevresinde gördüğü herşeyi sorguladığını, bir öğrenme isteğinin olduğundan bahsetmektedir. Fakat olgunlaştıktan sonra aklı yettiği halde, araştırmaya, bilim öğrenme yoluna neden girmediği konusunda yakınmaktadır. İnsanoğlunun öğrenme merakının onu hayvandan ayırt ettiğini söylemektedir. “Yaşadığı dünyanın sırlarını bütünüyle bilmezse insanlığın bir değeri olmaz. Bunları bilmedikten sonra o can insan canı değildir hayvan canıdır” demektedir.

Abay ilim öğrenmenin önemini onuncu sözünde şu şekilde açıklamaktadır. “İlimsiz ahiret de yok dünya da yok. İlmiyle kılınmayan namaz, tutulmayan oruç, gidilmeyen hac, hiçbir ibadet yerine ulaşmaz”. Malını ilim yolunda harcamanın öneminden yine onuncu sözünde bahsetmektedir. Dinimizde de, kendisine ilim verilip de, o ilim ile amel etmesini ve onu başkasına öğretmesini bilen kişilere yalnızca gıpta ile bakıldığı bilinmektedir.

Abay on ikinci sözünde de imanı güçlendirmek için ilim öğrenmenin şart olduğundan bahsetmektedir. “Eğer birisi ilim öğrenmeye başlayıp onu yarıda bırakırsa o zaman o kişinin üzerine lanet yağar, ibadeti de makbul olmaz” demektedir.

Birçoğumuzun hayatında kendine zarar verdiğini bildiği ancak vazgeçemediği alışkanlıkları vardır. Abay otuz birinci sözünde, kaygısızlık, boş vermişlik, eğlenceye düşkünlük, bir şeye tiryakilik gibi şeylerin akla ve bilime zarar veren davranışlar olduğundan söz etmektedir. Pek çok insan rahat, sakin ve hoşgörülü bir mizaca sahip, kaygısız biri olarak görülmeyi iltifat olarak kabul eder. Fakat kaygısızlığın başka bir yönü daha vardır. Kaygısızlık, tembellik ve dikkatsizlikle dolayısıyla akılsızlıkla ilgilidir.

İlim elde etmek için güçlü bir arzu ve istek olmalıdır. İnsan zeki olabilir ve diğer şartları da sağlayabilir, ancak ilme yönelik arzu ve istekten yoksunsa başarılı olamaz. İlimde başarıyı elde etmek için kişinin ilgi duyduğu bir alanda çalışma yapması gerekir. Abay da otuz ikinci sözünde “Bilime tutkun, arzulu olursan ve öğrenmenin kutsal olduğunu fark edersen, gönlünde huzur hâsıl olur” demektedir.

Başkalarının muhtaç oldukları şeyleri öğretmek için, ilim öğrenmek bir sünnettir, bir ibadettir. Ancak başkalarına karşı övünmek için, kendisini üstün göstermek maksadıyla edinilmiş bilgi kişiye fayda yerine zarar verir. Abay da otuz ikinci sözünde “İlim rekabet maksadıyla öğrenilmemelidir, çok rekabet insanı bozar” demektedir.

Her Müslümanın Allah’a karşı olan vazifelerinde, hangi ibadeti nasıl yapabileceğine yönelik ilmi öğrenmeye çalışması farzdır. Bu ilmin insanı Allah’a yaklaştırıcı olması gerekmektedir. O nedenle Abay’ın otuz sekizinci sözünde de bahsettiği gibi “Mal kazanmak, şöhret ve hürmet kazanmak niyetiyle elde edilen ilimle hakikate ulaşılmaz”. Abay, ilimden çıkar bekleyen kişinin insanlıktan da çıkacağını söylemektedir. Ona göre durmadan çalışan insan zaten güç, servet, şöhret kazanır.

Peygamberimiz Hz. Muhammed “En mükemmel insan, başkalarına çok yararı dokunan insandır” demiştir. Abay’da otuz sekizinci sözünde bunu destekleyen fikirlerine yer vermektedir. Bilge insanların bu türden olduğunu düşünmektedir. Ona göre her bilge Müslüman olmayabilir. Bu bilgelerden bazılarının Allah’ı tanımadığını, bazılarının imanın şartlarını kabul etmediğini söylemektedir. Fakat buna rağmen bu bilgeler sayesinde insanoğlunun elektriğe kavuştuklarını, uzak mesafeden iletişim kurabildiklerini ifade etmektedir. Mollaların bilgelere tahammül etmediğinden bunun sebebinin ise mollaların cahil olmasına bağlamaktadır.

Abay otuz sekizinci sözünde “İlim ve sanat, asıl servet bu ikisidir.” “İlim ve sanatı öğrenmek büyük bir gayedir”. “İlim ve sanatın insanlara yararlı olabilmesi için onların inanca itaat etmeleri lazım, çünkü inanç insanlardan iyi işler yapmalarını talep eder.” gibi sözlerle bir kez daha ilmin, şan, şöhret, mal için değil Allah için öğrenilmesi gerektiğinin önemini vurgulamaktadır.

Okuma ve bilgilenme genel bir kavramdır. Kişilere, cinsiyetlere, gençlere, yaşlılara ve inançlara göre ayrım yapılamaz. Gelecekte iyi bir nesil yetiştirebilmek için özellikle kız çocuklarının eğitimine ayrı bir önem vermek gerekir. Abay da bu konuda kırk birinci sözünde şu şekilde söz etmektedir. “Kızlarımıza İslami ilimleri öğreterek, güzel, ilahiyatçılar yetiştirmemiz lazımdır”. Kızları okutarak, ilim sahibi yapmak gençlere doğru yolu gösterecek, halkın yönetiminde söz sahibi olabileceklerini ifade etmektedir.

Kaynak:

Ayan, Ekrem Bir Devrin Aynası Abay Kunanbay ve Kara Sözler/ yazar: Ekrem Ayan. – Ankara: Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi, 2017 190 s. ; 16x24 cm. – (Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi inceleme-araştırma dizisi; yayın no: 48)

 


Share:

KARA SÖZLER | ABAY KUNANBAY


KARA SÖZLER | ABAY KUNANBAY

Abay’ın yazmış olduğu nesirleri içermektedir ve 45 metinden oluşmaktadır. Bu metinler halkı bilinçlendirmek, manevi değerlerini korumak ve ona sahip çıkmak için yazılmış nasihatleridir. Kazak halkının yaşayış tarzı, toplumsal farkındalık, eğitim ve din konularında bilhassa durulmuştur. Toplumdaki yanlış uygulamalar eleştirilmiş, onların yerine sahip olunması gereken güzel huy ve davranışlar önerilmiştir. Her bir durumun, akıl süzgecinden geçirilmesi gerektiğine vurgu yapan Abay, Kara Sözlerinde kâmil insan olma yolunun hem dinî hem de insanî bilgilerle açılabileceğini örneklerle izah etmiştir. Zenginliğin de bilginin de toplumda saygı görmenin de kaynağının ilim, çalışma ve gayretle olacağını öğütlerken tembelliğin insandaki en tehlikeli hastalık olduğunu tespit etmiştir.


Kara Sözler, tarih boyunca hükümdarlara ve devlet adamlarına nasihatler içeren siyasetnamelerin kendi çağındaki devamı niteliğindedir. Ne yazık ki Abay’ın yaşadığı dönem Çarlık Rusya’sının egemenliği ile sarıldığından, bağımsız bir devlet ve hakan olmadığından hitabı herkesedir.65 Bu yönüyle Yusuf Has Hacib’in “Kutadgu Bilig”’i, Ahmet Yesevi’nin “Hikmetleri”, Nizamülmülk’ün “Siyâsetnâme”’si, Yunus Emre’nin “Risâletü’n Nushiyye”’si gibi 19.yy’daki nasihatname ve siyasetnamenin örneği de Abay’ın Kara Sözleridir.


Dipnotlar:
65 Kibar, Z.; “Abay’ı Doğru Anlamak”, Türk Dünyası Bilgeler Zirvesi: Gönül Sultanları Buluşması, Eskişehir 26-28 Mayıs 2014, s. 545


Kaynak:
Ayan, Ekrem Bir Devrin Aynası Abay Kunanbay ve Kara Sözler/ yazar: Ekrem Ayan. – Ankara: Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi, 2017 190 s. ; 16x24 cm. – (Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi inceleme-araştırma dizisi; yayın no: 48)


Share:

NURSULTAN NAZARBAYEV’İN ABAY HAKKINDAKİ SÖZÜ

 


NURSULTAN NAZARBAYEV’İN ABAY HAKKINDAKİ SÖZÜ

(Abay’ın doğumunun 150. yıldönümü töreninde, 9 Ağustos 1995 tarihinde yaptığı konuşma)


Değerli vatandaşlar! Kıymetli konuklar!


Bugün büyük bir bayram günüdür. Halkımız en değerli çocuğu ve en bilgin üstadına ebedi sevgisini bildirmek için toplanmaktadır. Onun doğum gününde, her 10 senede böylece bir araya gelerek geçmişimiz ile bu günümüzü, ulaştığımız ile ulaşamadığımızı değerlendirmek üzere çoktan bir adete dönüşmüştür. Bunun her birinde Abay adı yeniden anılıp, halkımızın mertebesi ve onuru yeni doruklara yükselmektedir. Bu arada saygıdeğer şairimizin değerli mirasının sınıf ideolojisi tabanında kalmayıp, yeni nesillerle birlikte yaşayacak ebedi bir yapıya dönüştüğüne seviniyoruz. Sonra onun değeri ve ünü kendi ölçeğimizle sınırlı kalmayıp, komşu halklar ile ülkelere de geniş çapta yayılmasıyla gurur duyuyoruz. Bu defasında ise müjdemizin yeri çok ayrıdır. Bunun için birbirimizi sevine sevine kutlayıp, birbirimizden müjde istesek de yanlış olmaz.


Abay babasının oğlu değil, insanın oğlu olmayı arzulamıştı. Bu defada törenin en üst mevkiinde, arzuladığı muradına ererek tüm dünyaya adı ünlü, sözü güçlü, fikri değerli, insanlık şairi, insanlık bilgini olarak yükselmektedir. Bu törenin Almatı ile Semey’den, Karavıl ile Jidebay’dan başlamayıp, Batı ile Doğu’nun tanınmış ülkelerinden, Avrupa ile Asya’nın en güçlü memleketlerinden, Moskova ile İstanbul, Paris ile Pekin gibi dünya başkentlerinden başlaması da bunun delilidir. Bu, bütün gezegenimizin kültürel ve manevi nefesini sistematize eden çok güçlü uluslararası teşkilat UNESCO’nun bizim özel dilekçemizi içtenlikle kabul edip, böyle işlerin kalıplaşmış eğilimini ilk defa bozarak dünya çapında kutlamayı kendinin yüksek yetkisine alarak çözüm bulması sayesindedir.


Biz bunu, yeni bağımsızlığını kazanıp, insanlık derneğinin eşit haklı üyesi olarak yeni sıraya girmekte olan eski halkımız ile genç devletimize gösterilmekte olan büyük onur, yüksek siyasi ve manevi destek olarak değerlendiriyoruz. Bütün Kazakistanlılar adına UNESCO teşkilatına, onun müdürü, bugün aramızda bulunmakta olan çok değerli konuğumuz, ünlü aydın, tüm dünyaya meşhur şair, saygıdeğer Federico Mayor Bey’e en içten sonsuz şükranlarımızı sunmayı bir borç bilirim. Yine, Abay kutlamasına katılan, katılmakta olan, onun mirasını tanıtmada büyük katkılar sağlayan, bugünkü törene yetkili temsilcilerini gönderen bütün memleketler ile uluslararası derneklere en içten teşekkürlerimi sunarım. Bu demokrasi ile humanizm emellerinin dünya çapında esas zaferlere ulaşması sonucunda oluşmaya başlayan yeni manevi durumun altın delili olarak biliyoruz. Hem ölümde hem dirilikte kardeşlik demek budur. Sevinç ile kaygısı ortak manevi kardeşliğin dünya seviyesinde oluşmaya başlaması bizim yarınlara olan inancımızı pekiştireceği bir gerçektir. “Barıştırmak elçiden, çekiştirmek haberciden” diyor Kazak atasözü. Alçak gönüllüğümüz ile saf niyetimizin esas görünüşü gibi Abay’ımızın dünya çapında anlaşma ve dayanışmaya kendi katkılarını sağlayan manevi arabuluculuğa giriştiğine gerçekten memnun olduğumuzu saklayamayız. Eri elinin adını çıkarır, eli erinin adını çıkarır derler. Biz günümüze dek tarihi dönemde, insanlık âlemine tanıtıp, güvenli ortak olarak ilk defa görünürken itibarımızı yükseltip, manevi nakşımızı belirten Abay gibi beyimiz olduğuna şükürler ediyoruz. Böyle beyimizin adını doruklara çıkararak yüceltebilen ülkemizin varlığına da şükürler ediyoruz. Allah’ın bize bugünleri gösterdiğine de sonsuz şükür ediyoruz. Böyle dönemde yaşayıp, böyle ülke ile böyle topluma canı gönülden hizmet etmeyi kaderimize yazdığına bin kere şükürler ediyoruz. Bunu hissetmek bizim ümidimizi güçlendirip, gücümüze güç ekleyeceği bir gerçektir. Çünkü Abay’ı Abay yapan kendi döneminde yaşadığı çeşitli zorlukları, günümüzde bizim başımızdan geçen olaylarıyla doğrudan devam etmektedir. Onun kaderi ile manevi arayışlarının dağınık yollarını, dipsizliği ve engelini ayrıntılı değerlendirip, doğru sonuç çıkarabilirsek başımızdaki dönemle epey bağlantı kurup, günümüz durumunu pekiştiren epey anlam ve önemi bulabilirdik. Abay’ın o zamanlar böyle düşünüp, böyle yazmaması ne kadar mümkün ise, bizim bu zamanda bu kadar zorlanıp, böyle davranmamamızın o kadar da mümkün olamayacağını anlardık.


Ayrı durumun ayrı arayışlar ile ayrı davranışlara başlayacağı bellidir. Büyük yetenek ile büyük güç de o zaman lazım. İnsanlık her zaman ilerlemeye özen gösterip, yüksekleri talep etmiş.


Hiçbir zaman dinmeyen ve dinmeyecek olan manevi mücadelede hedef çizen, yol gösterebilen keskin bakışlı önderleri her zaman özlemişizdir, her zaman saygıyla yüksek mevkiye koymuşuzdur.


Çünkü akıl bulunmadan hiç bir şey bulunmaz. Akıl gelişmeden ar namus dayanıklı olmaz. Arsız, namussuz insan, başkaları şöyle dursun, kendini de geliştiremez. Bunlarsız milli bilinç ile milli namus da duldur. Bunlar olmadan toplum gelişmenin pürüzsüz yoluna giremez, alışık eğilimin soluk yolundan çıkamaz, karışık zamanda başı dönerek karışık hal geçirir. Böyle bir krizden çıkmanın yolunu tarih ile tabiatın sadece özel olarak saydığı çocukları gösterebilir.


Abay da tam onun gibi karışık zamanda mucizevi tevekküle varabilecek ayrı feraset ve ayrı ruh sahibidir. Bunun sayesinde o bugün bütün insanlığın itibarı, yüksek manevi serdarlardan birine dönüşmektedir. Onu doğurduğu dönemi geniş çapta araştırmayınca ondan kalan mirasın enginliğine ulaşamayız.


O, Kazak tarihinin özel ağır dönemiydi. Yeryüzüne sahip çıkmak isteyen Çarlık, Orta Asya’yı işgal ederek, Doğu ve Güney’e de hâkim olmayı hedeflemişti. Böyle stratejik amacın tam önündeki ülke Kazakistan’dı. Başkasından ayrılsa da ondan ayrılmamak siyaseti ilk defa o zaman ortaya çıktı. Ülke yönetiminin tarihi oluşmuş milli sistemi tamamen belirlendi. Metropoldeki disiplin zorla girmeye başladı. Önce Kazakların her soyundan birkaç küçük hanlıklar kurulup, milli-bölgesel birlikler bozuldu. Sonra her hanlığın halkı ile toprağı ata ataya, soy soya bölünen payıyla köy köy, kasaba kasaba paylaşıldı. Böylece kesilmiş koyunun kemikleri gibi parçalanan hanlıklar egemenliklerinden ayrılıp, komşu illerin terkibine zorla girdirildi. Ondan hanlıklara bölünüp, beyzadelerin yerine padişah hükümetinin atadığı “güvenli kazaklara” yönetim devredildi. Böylece geleneksel kendi aralarındaki kavga kaybolduğu sırada, il, köy, kasaba, bölgelere bölünecek düzenle yeniden kuruldu. Köy ile kasabayı yerli memurlar, il ve bölgeyi Çar’ın askeri yakınları yönetti. Böylece Kazaklar kendi yerlerinde yabancı gibi yaşadılar. Millilik şöyle dursun, soy, boy gibi beraberlikten ayrılıp, bütünlüklerini kaybetti. Böylece dağılan halk üsttekilerin talimatıyla altı bölgeye ayrılıp, komşu Sibirya, Orınbor, Astrahan, Türkistan bölgelerine, Mangıstav ise önce Kafkasya dışına, sonradan Hazar yanındaki bölgeye dâhil ettirildi. Bu şekilde Kazaklar her tarafa dağılarak bir halk, bir ülke olduğunu adıyla birlikte unutacak hale geldi. Yeryüzünde sömürgecilik görmeyen halk az olmasına rağmen bir asırda bu kadar çok reform geçirip tuz buz hale gelecek kadar zulme uğrayan halk hiç bir yerde yoktur.


Bunun hepsi sömürgecilik boşluğun sakinleri tarihi oluşmuş memleketini yeniden yapamayacak şekilde, onları toprak ve suyunun eski sahiplik haklarından tamamen ayırmayı amaç eden, önceden düşünülen zalim politika idi. Günümüzde bize dişini bileyen altın boncuklu siyasi doğanlar ile sıradan birilerinin sözünü takip eden akılsızların yeni programları hangi dönemdeki “siyasi hurda kâğıt” olduğunu bundan ayırabiliriz. Bunun gibiler komşularının yerini toz toz bölerek, kendine hayvan güttürerek, ata yurdunda bulunmakta olan hazineden hiç bir şey vermeyip, kibirlenerek o dönemi özler. Öyle bazı kibirliler büyük kültürün yattığı büyük ülkenin atını örterek başkalarına örnek gösterdim diyerek kendi itibarını kendi düşürdüğünün farkında değildir. Böyle insanlar o zamanlar da az değildi. Ülke ile toprağı viran etmeleri şöyle dursun, bilinci de zehirlemeye başladı. Diline, dinine, yaşama geleneğine havadan bakıp, ata mesleği ile tarihini unutmaya, kendini hor sayarak başkanın emrine eğilmeye motive eden şeytani politika özel bir şekilde gerçekleştirilmeye başlandı. Yabancılaşma diye adlanan olay böylece gelişti. Oltaya düşen, yeme koşan küçük balık gibi oynayan yabancı bilinç, kendi kendini ateşe atan gözsüz kelebek gibi bir dönem kurdu. Birlik ve bütünlük unutuldu. Sayılı olarak okutmak, sayılı olarak hizmete atamak bir taraftan Ruslaştırmayı, diğer taraftan rekabet ile iç düşmanlığı güçlendirmeyi amaçladı. Diğer şeyler şöyle dursun, eğitimde bile aşağılık görüldü. Bir asır boyunca düşmanla mücadele eden halka sanki göz kulak oluyormuş gibi olan hile kapanı kuruldu. Kitaptan ziyade topu, okuldan ziyade askeri kaleyi çoğaltan hükümetten korkanlar uçsuz bucaksız çöllere çekildi. Korkmayanlar siyasi dalkavukluğa yöneldi, kapıdaki köleliği kabul etti. Verimli topraklar, güzel meslek ve hizmetler sadece merkezden özel olarak getirilenlere verildi. Dış bölgelerin gelişmesine ayrılan paralar bütünüyle dışarıdan bölgeye taşınanlara harcandı. Yabancıları eğitime çekmek isteyenler ise, çar sarayının büyüklerinden birisinin step valisine açıkça yazdığı gibi “sınırsız insan sevgisi” olarak alay edildi. Eğer bu asrın başında Kazakların arasından sayılı okuyanlar çıkıp, Rusça eğitim alanların sayısı yüzde bire ulaşmış ise ona kariyer düşkünü step zenginleri ve eğitimi arzu edenlerin kendi gelirleri harcandı.


Can sahibi aydınlığa ulaşmaya çalışır. Kendi kendine yok olmayı hiçbir canlı istemez. Halk da öyle. Ne kadar zorluk, zülüm görse de ümidini kesmez. Kendisi gibi olan halkın ulaştığına kendi elini ulaştırmaya çalışır. Tam böyle bir istek sekiz asır önce bizim bir hemşiremizi bilim arayışıyla Güney Asya’ya ayak bastırmıştı. Geçmiş asırlarda da tam bunun gibi talep atlarına binenler çıkmaya başladı. Bir zamanki El-Farabi’nin yakıcı talebini Arap halifeliğinin babalık himayesi diye nasıl söyleyemezsek, geçmiş asır sonundaki aydınlarımızın eğitim yolundaki tevekkülünü padişah otokrasisinin babalık himayesi diyemeyiz. Dış bölgelerdekilerin de okuma yazma öğrenmesi, eğitime çekmenin sistemli politikası oldu. Fakat bu bizim bozkırımıza bu asrın ikinci on senesinden itibaren girmeye başladı. Demekki, o zamana kadarki eğitime, okumaya eğilim milli varlığımızın ihtiyacından ortaya çıkan manevi cesarettir. Bir ekonomik-toplumsal geleneğin devri tam bitip, ikinci ekonomik-toplumsal geleneğin tam yerleşmeye başladığını fark eden milli bilincin tarihi gelişmeyi kendine göre değerlendiren çok öngörücü özelliğidir. Böyle olayı dışarıya götürüp eşleştirmek ayıp olurdu. Milli manevi yaşamımızın derinlerine inerek değerlendirmeden mahsus kaçma olurdu. Böyle görüşle bakarsak, Abay gibi büyük bireylerin dâhiyane fıtratına adıyla yanaşamazdık.


Abay’ın insanın göremediği cesareti ile büyük sayılacak özelliği, sömürgeci aşağılama olduğu yerdeki olabilecek kaçınma yerine mücadeleyi, iğrenme yerine öğrenmeyi, dalkavukluk yerine yatıştırmayı, koltuk seven kariyercilik yerine eğitimi seven rekabeti yerleştirip, milletimizin manevi azmin adıyla, kendine has özellikleriyle göstermesidir.


Çünkü halkına gerçekten acıyan önder çukura düşürecek değil, doruğa çıkaracak yolu gösterir.


Abay da tavsiye etmeden önce karışık zamanın bütün zorluklarını baştan geçirdi. Onun o zamanki Avrupalı seyahatcilerin ağzından “Step Çicerosu” makamıyla kodaman babası eski ve yeniye hatip oldu. Büyüklere ve padişah idaresine sözü geçerliydi. Böyle akıllı, öngörülü babanın büyüttüğü zeki genç, medresede Müslümanlık, okulda Rusça okuyup köyüne dönüp, idarecilik işlerine başladı. Eski gelenekteki soy ve boy psikolojisi ile otokrasi sömürgecilik yüz yüze gelen çekişme ortasında yürüyerek, ülkesini korumaya bütün gücünü sarf etti. Fakat emeği boşuna gitti. Kardeşleri kıskançlığa, sömürgeci halklar kuşkuyla baktı. Kederli delikanlı idareciliği bırakıp şair olmaya yöneldi. Kalan yirmi yıl ömrünü sadece eğitime, sadece edebi sanata harcadı. O emeği, insanlık akıl ve düşüncenin en büyük kişiliğine dönüştürdü. Şair Abay Kazak’ın sözlü şiirini realist yazılı şiire dönüştürdü. Eskiden yazılmamış konuları ele aldı. Eskiden ele alınmamış edebi türleri ortaya çıkardı. Dış görünüş, dış tasvir yerine insanın içine dikkatle bakacak, yaradılışın engin gizlerini açacak çok önemli felsefi ve sosyal lirik şiirler yazdı. Doğu şiirine has nezaket, ahenk, batı edebiyatına has net araştırmacı mantıkla zenginleşti.


Eğer Abay olmasaydı, bu asrın başında sanatsal sakinliğe, değişikliğe, zamanla birlikte adım atıp, zamanla kederi paylaşabilecek sosyal mantığa sahip yazılı edebiyat okulu: gerçek anlamdaki Abay okulu oluşmazdı. Magjan Jumabayev, Berniyaz Küleyev, Şangerey Bökeyev, Şakarim Kudayberdiyev şiirinde, Alihan Bökeyhanov, Ahmet Baytursunov, Gumar Karaşev, Halel Dosmuhamedov, Muhamedjan Seralin’lerin siyasi ve bilimsel yapıtlarında, Sultanmahmut Toraygırov, Spandiyar Köbeyev, Mirjakıp Dulatov, Jüsipbek Aymauıtov eserlerinde bütün tabiatıyla görünen bu okul, Abay’ın sistemleştirdiği yeni ulusal estetik dünyanın nice yapıcı olduğunu net olarak tanıttı.


Kökeni bu kevser pınardan başlayan çok dallı, çok geniş edebiyatımız 20’nci asrın zorlukları sırasında kendi halkına manevi destekte bulundu. Sadece kendi yurdunda değil, eski Sovyetler Birliğinde, hatta dünya çapında titiz toplumun çölünü basacak nitelikte manevi besin bulabildi. Biz bunun için bir buçuk asır önce estetik düşünce dolu gülizar bozkırlara cesurca adım atan Abay’ın cesaret dolu yeteneğine borçluyuz.


Abay Kunanbayoğlu’nun dünya çapı bilincinden kendi yerini kazanacak önemli fenomen olması onun sadece edebi araştırmalarıyla sınırlanmıyor. Edebiyat, Abay’ın tüm dünya yaradılışına, insani, milli, kişisel, tarihi, zamana has oluşa yelken açacak kevser deryası, eski dünyadan ebediyete kadar uçsuz bucaksız genişlikteki manevi dünyaya, manevi arşa, evren diye adlandırılan âlemin mucizevi uzaklıklarına çekecek bir taraftan ıstırabı, diğer taraftan zevkli seferin başlangıç kapısı hem derinlere indirecek, kemalete eriştirecek emellerinin altın basamağı olmuştu. Abay’ın düşünür gücü ile araştırmacılık becerikliliğin de kendi zamanının karma karışıklıklarla dolu gerçeği belirlemişti. Bu karışıklıktan çıkar yolu ararken kendi halkının milli yaradılışını detaylı bir şekilde araştırdı. Onun başındaki hasreti detaylarıyla tahlil etti. Böylece derdine derman, geleceğine yön aradı. Halkına koruyucu, milletine destekçi olarak bütün insanlığa yüce gönüllü humanistlik doruğa yükseldi. Kişi ile kişinin, halk ile halkın da arasında olabilecek kavgaların hepsinden uzak durabildi. Ulusları sevmediği halde komşu Rus halkına, başka da halklara saygıyla davrandı. Çar idaresini inkâr etmesine rağmen büyük Rus kültüründen eğitim aldı. Az sayıdaki halkı da kalabalık halkı da yakınlaştıranın manevi etkileşim olduğunu anladı. Bütün insanlığı birbirine dost saydı. Onu, batıya, doğuya, uzağa, yakına bölmeyip aynı olarak gördü. Bozkır yaşamını düzeltmek için devamlı gelişip devamlı dayanıklı olan insanlık derneğinin yaşamına derinden bakmalıydı. Böylece kendi devrindeki halkının sosyal varlığıyla sınırlı kalmayıp onu nasıl düzeltmenin, eğitmenin çarelerini araştırdı. Kendi düşüncesini ortaya attı. O, Kazak aydınlarının bu asrın başındaki sosyal kalkınma talebini de o kadar etkiledi. Bununla kalmayıp, Kazakların yirminci asırdaki toplumsal bilincini doğrudan etkileyebildi. Abay’ın sosyal düşünür olduğuna geniş bir şekilde bakılacak an günümüz dönemidir. Toplumumuzda tamamen değişiklikler olan da şimdiki dönemlerdir.


Bu açıdan bakarsak, bozkır felsefecisi halkına merhamet etmek onunla birlikte ağlamak değil, ona kendi kendini dayanıklı kılmanın özel yolunu belirtmektir diye anlaması hiçbir şüphe doğurmayan açık meseledir.


Abay’a böyle riski göze almayı cesaret ettiren, onun bu kadar namusunu bileyen Kazak bozkırlarındaki aşağılayıcı siyaset ve dalkavukluk yapan sosyal bencillik idi. Onları yakasından alarak dövüşmekten bir şey çıkmayacağını anladı. Kenesarı dönemi mücadelesi bitmek üzereyken, dünyaya gelen bebek beşikteyken bile bağımsız ülke olmaktan tamamen ümidini kesmişti, başkasının boyunduruğu altında çalışıp, derecesini yükseltmek isteyenlerin kargaşalarını görerek büyüdü. Bağımlılık sıkı şekilde yerleşip, artık her şey olmuşken saf halkı fitneye sokmanın insanlığa aykırı olduğuna inandı. Öç almanın başka yolu mu var? Var.


Abayca söylersek “evvel para kazan” der. Aksine “karnı aç kişinin boyunda akıl, ar, bilime tutku nereden olacak?”. Para kazansa karın doyar. Ondan sonra bilim, sanat lazımmış.”


Bilim ve sanatı nerede aramak gerekir?


Abayca söylersek:

 “Rusça okumak gerek, hikmet de, para da, sanat da, bilim de hepsi Rus’tadır. Rus bilimi, sanatı dünyanın anahtarıdır. Onu öğrenene dünya ucuzdur”.


Duymak isteyenlere bambaşka bir cevap. Çok fayda isteyen, başarı peşinden koşan menfaatçi bakış değil miydi? Böyle aklın, çarın unvan sahiplerinin dağıttıkları fikirden nesi eksik? Unvan sahipleri köy sakinini aşağılamayı ister, Abay ise eşitleştirmeyi ister. Onun anlayışında o ortamın “Zararından uzak, faydasına ortak olmak için eğitimini, ilmini bilmek gerekir. Sen onun dilini öğrensen dünyaya bakışın gelişir, herkesin dilini, sanatını bilen kişi onunla aynı seviyeye girer, kimseye bağımlı olmaz, kimseye yalvarmaz”. Bundan çıkacak sonuç: aşağılatanın medeniyetini edinip, kibirlenenden biliminle üstün olarak kendi payını telafi edebilirsin. Aksi takdirde, az ile çoğun, güçlü ile güçsüzün arasında başka türlü eşitlik olması hiç mümkün değil.


Öylesine yaramazlık gibi görünen bu kaideyi Abay kendi ömrüyle kanıtlayabildi. Bozkırdaki keçe evinde yatarak Rus klasiklerini tamamıyla okuyup, sırayla Kazakçaya çevirip, halkına yaymakla meşgul oldu. Onunla kalmayıp, Rus dili aracılığıyla Bayron, Gete, Şiller, Lesaj, Dümo, Mitskeviçleri araştırıp Kazakça söyletmeye çalıştı. Hatta Eski Yunan, eski Roma devirlerine karışıp Aristotel ile Sokrattan başlayarak, Spinoza ile Spenser gibi ünlü düşünürleri detaylı araştırdı. Darvin’i araştırarak doğa bilimleriyle tanışıp, New York üniversitesinin profesörü Chon William Dreper’in eserlerine dikkatle eğildi, Avrupa’nın düşünce gelişimi, tarihi, katoliklik ile ilim arasındaki iletişim tarihiyle tanışmış oldu. “Benim Kabem artık Batı’ya döndü” demesi de ondandı.


Duygusal şair, canlı düşünür, bilgin bozkır yaşamını başka dünya varlığıyla karşılaştırarak araştırmayı anlamak istedi. Çocukluğundan tanıdık Arap, Fars dilindeki kitapları yeniden karıştırarak Doğu şiirine, tarihine, felsefesini son görüşüyle yeniden değerlendirdi. Özellikle Taberi, Rabguzi, Raşid-ed-din, Babur, Abılgazi eserlerine çok dikkat çekti. Doğu zihniyeti ile İslam hukukunu detaylı araştırdı. Kendi zamanındaki Orta Asya ile Güney Asya’nın kültürel ve manevi hayatından çok haberdar oldu.


Abay zihniyeti sadece dış dünyaya dikkat çekmeyip, milli varlığı değerlendirecek esas miraslara da dikkat çevirdi. Korkut, Asan Kaygı, Atalık, Sıpıra Kodantayşı, Kaztugan, Dospambet, Şalkiyiz, Matgaska, Jiyembet gibi ozanların şirlerindeki kaygı ve güç, Buhar, Töle, Kazıbek, Ayteke öğütlerindeki Abay dünya bakışının en derin ve yakın katlarıydı.


Ona müdrikler Hoca Ahmet Yesevi, el-Farabi, Yusuf Balasagun, Mahmud Kaşkari, Muhammed Haydari, Dulati, Kadırgali Jalayır, Muhammed İbn Kays, Husan Addin Barşinlegi’nin eserlerini katarsak Kazak şairinin çok katlı, çok taraflı dünya bakışına hayran olurdunuz.


İki dev kıtayı altın kemer gibi kuşatarak kucaklayan eski sahrada kalıplaşmış bilgelik düşüncenin ne kadar derin, ne kadar kapsamlı, belli bir medeniyet, okul, akım çemberine tutuklanmayacak kadar ne kadar da azad ve serbest olacağına inanırdınız.


Abay’ın bakışı ne kadar da geniş ise, hayret ettiği, imrendiği, iğrendiği, tutkusu, aldığı etkileri o kadar geniş, fark ettiği, yorumladığı sağduyusu da o kadar derindi.


Fakat onun bu kadar karışık manevi dünyasına özel bir özellik katan etki ve düşünce, duygu ve mantık, ahenk ve tür ara ilişkisini ayırmadan, samimi insanlık, samimi kişilik ve samimi kemâlâttır. Herhangi gelişim açısından bakan diyalektik hızdır. İlgisiz burjuvaya boyun eğmek istemeyen gerçeklik ve endişe.


Asya’nın dış bölgesinde doğup büyüyen bozkır şairine böyle manevi rasyonalizm, insani maksimalizm nereden gelmiştir? Onun eserlerine o sıralar Avrupa’nın bile kabul edemediği, insanı esas kişilik, insanlığı esas haysiyet sayan yeniden gelişme emelleri, gerçek anlamdaki yeniden yapma görüşleri nereden sinmiştir?


Okuduğu kitaptan mı, zamandan mı, çevresinden mi, her gün göz önünde gezen kederli varlıktan mı?


Doğrusu, sonundakidir. Kafasındaki düşünce halkını düşünen, kargaşadan yorulan, binle yalnız mücadele eden, çok yorulan bilinci, özellikle, bütün dünya tamamen değişse de değişmeyen bozkır yaşamı idi. Geniş bozkırın hangi tarafından baksa da göze batan sessiz geri kalmışlık idi. Bunu hala anlamayan saf halkı idi.


Önceden kendinden başkanın hepsini alay eden köylülerini dinleyerek “bizden başka herkes ahmak, en iyi halk biziz” diye düşündüğü saf düşünceyle çevresine dikkatle bakarsa, dün alay ettiklerinin hepsi bunları geçmiş. Birilerinin “ekmediği ekin yok, yetiştirmediği meyve yok”, tüccarının bile gezmediği yer kalmamış, yapmadığı iş yok”. Birileri “askere de dayanır, kazaya da dayanır, molla, medresesini koruyup, dinini saklamaya hazır”. Birilerinin biz, köle ve cariyesinden beteriz, “birimiz ırgat, birimiz kapıcıyız”, “önceki övündüğümüz, güldüğümüz, sevindiğimiz şeyler nerede?”.


Abay’ın bütün aklında bu sorular geziyordu, bunları “fark etmeyen kişinin hem bu dünyada hem ahirette başı ağrıyacağı gerçektir”. Sağırın başını ahirette ağrıtacak var mı, yok mu? Olgun kişinin başı ise bu dünyada bile karışacağı sözsüzdür. Fakat böyle “devamlı bu endişeyle yaşayabilecek miyiz?” Devamlı kedere dayanabilir miyiz?”


Batı ve doğu mürşitlerini araştırarak çıkardığı sonuç: Allah’ın özü de gerçek, sözü de gerçek; o kimseye kötü ol, zalim ol, istismarcı ol dememiştir; öyleyse Allah’ı dinlemeden kurnazlık düzelmez; kurnazlık düzelmeden boğaz haram yemeyi bırakmaz, helal olmadan insan düzelmez; insan düzelmeden toplum düzelmez; halkın düzelmesi için her birey kendi kendini düzeltmesi gerek. Onun için “sevinilmeyecek şeye sevinmeyi, utanılmayacak şeyden utanmayı” bırakmalı. Bizi bunlardan temizleyen tek deva emektir, çalışmaktır. Abay’ın düşüncesinde “Çalışma marifeti arttırır. Çalışma duyduğu şeyi pekiştirir. İnsan aldığı bilimi düzene sokar, gereklisini gereksizden eleyerek akıllı olur”. Bu yüzden de, o, çalışmayı bütün iyiliğin temeli, çalışmaya olan sevgiyi insan hayatının esas önemi ve amacı sayar. Tembelliği ise tüm inatçılığın, ondan meydana gelecek dalkavukluğu tüm zararın, palavrayı düzelmekten ümidini kesen çaresizliğin esas atası diye anlatır. Halkını “düzene sokmayınca dilenciye” dönüştürmeyen tek davranış: “Tarım, ticaret, meslek, ilim” diye bildi. O sadece gayret ve istek olduğu zaman gerçekleşir. Abay’ın “Allah sana çalışmaya yetecek güç verdi ama sen çalışmıyorsun. Allah sana ilim verdi ama sen okumuyorsun. Allah sana bilinç verdi ama sen onu kaybettin. Sen üşenmeden çalışırsan, sabırla araştırıp, faydalı iş yaparsan zengin olurdun” diye suçlaması da o yüzdendir.


O, sadece çalışmanın sayesinde insan ahlaki açıdan gelişip, ailesine, genç nesil terbiyesine, anne baba, dostluk, arkadaşlık, kardeşlik borcu görüşünü değiştirebilir kanısındadır. Aksi takdirde, atadan kalan mirasa övünen otlakçı, halkın arkasında gününü gören sinsi, başkalarının eşyasına göz diken gizli düşmanlık ve hırsızlık, tembellik ve dalkavukluk, zalimlik ve kibirliliği uyandırmazsa ailesinin durumunu da başkasının durumunu da düzene sokamazdı. Abay’a göre bütün anlayışın gerçek önemini açıklayacak ölçü çalışmaya olan bakıştır. Altıncı sözünden işbu parçayı alalım: “Kazak der: “Birlik olmadan dirlik olmaz”. Burada söylediği hangi birlik? Kazak düşünür. at ortak, aş ortak, giyim ortak, devlet ortak olsa der. O durumda zenginlikten ne fayda, fakirlikten ne zarar? Akraba kaybolmadan servet arayıp ne yapalım? Bu mu birlik? Hayır, birlik akılda birlik, servette birlik değil. Birlik servete satılırsa ahmaklıktır. Akraba almadan birlik kılsın. O zaman herkes nasibini Allah’tan diler veya iş arar. Oysa halkı birbirinden bela arar. Bunun neresinden birlik çıktı?


“Bolluk öncesi varlık” diyoruz. Hangi varlık? Can gövdeden çıkmayınca mı? Öyle varlık itte de var. Varlık bu da değil. Kalbiniz, gözünüz diri ise onu der. Kendin sağ isen de, kalbinin gücü olsa, akıl bulacak söz anlayamazsın. Helal işle üşenmeden para kazanmaya azimli olamazsın”.


Püf noktası bu değil miydi? Genelde, bizim günümüzde ele aldığımız çok işlerin delillerini başka taraftan aramaya lüzum yok. Her şeyi Abay’dan bulursun.


Günümüz uluslararası durumlara ilişkin edindiğimiz devletin iç ve dış siyasetine cevabı Abay’da bulabiliriz. “Bütün insanı kardeşim diye sev” dediği satırlardan halklar dostluğu şair için eşit yaşamanın yalan diplomasisi değil, yaşamın esas anlamını belirten yüce murat olduğu görülür. Şair bakışını günümüz diliyle belirtsek başka ülkelerle dostluk ilişkide, dayanışmada olma politikası bizim ülke olarak sıraya girmemizin ön şartlarından biridir. Başka gelişmiş ülkeler ne yaparsa onu yap, ilmini, kültürünü öğren diyor Abay. Onun için başkalarıyla “kültürel, ekonomik, siyasi etkileşim" gerek, onun günümüzce tabiri uyum yani bütünleşme.


“Birini, Kazak, birini dost, görmezsen işin hepsi boş” dediği sözler millet olarak uyumumuzun esas şartıdır. Kendi halkımızın amacı için mücadelede dostluk, uyum, birlik lazım değil mi? Lazım. Öyleyse, Abay sözünü derinden anlayıp, onunla başkalarını utandırmak değil, kendi kendimizi utandırmaya çalışalım.


Değişik tarihi durumda yaşayan Kazak halkına bundan sonra eskisi gibi yaşanmayacağını, zaman akışına göre çalışıp, meslek edinip, ticareti öğrenmek gerektiğini de ilk olarak söyleyen Abay’dır. Yani, Kazak toplumuna hem sosyal reformu hem ekonomik reformu da ilk olarak sunan Abay’dır.


Toprağından, suyundan, bağımsızlığından, yönetiminden ayrılan Kazak’ı kurtarmanın tek çaresi, onun manevi dünyasını, milli ve insani iyi özelliklerini korumak olduğunu, o zaman milli özelliğini yaşatacağını şair iyi anladı. Onun için kendi de büyük gayretle çalıştı.


Abay’ dikkatle okuyan insan onun dünya bakışı günümüz piyasa ekonomisiyle de doğrudan uyum sağladığını fark edebilir. Abay âlemi bizi yedi gece kaybettirmeyecek deniz feneri gibidir. Buna bakarak varlığımızın doğru ve yanlışını değerlendirebiliriz. Çünkü bizi rahat bırakmayan çok sorunun cevabını Abay ta eskiden söylemiştir. Abay’ı okuyarak yurdumuzu düzene sokabilirdik. Maalesef, birisinin zamanı yok, birisinin anlayışı dar, birisinin hiç isteği yoktur.


Yoksa çok şey evvela herkesin kendi kendini düzene sokamayışından gelişemiyor, öyle değil miydi?


Kendi halkını “yurt olsun, büyüsün, gelişsin” diyen her insan önce Abay’ı okusun, Abay’ı dinlesin. “Eğer de akıllı kişilerin sırasında olmak istersen günde bir kere, olmazsa, haftada bir, hiç olmazsa ayda bir kendini hesaba çek! Önceki hesabından sonraki yaşamını nasıl geçirmişsin, eğitime, ahirete, bu dünyaya faydalı mı, pişman olmayacak şekilde mi geçirmişsin? Yoksa nasıl geçirdiğini kendin de mi fark etmedin?” diyen şair sözlerini bir hatırlayalım.


Eğer herkes geçmişini unutup, değişikliğe uğradığımız on sene, bağımsızlığı aldığımız dört sene içindeki yaşamını hatırlayarak, ne kadar imkânı boşa çevirdiğini, ne kadar şeyi boş verdiğini daha iyi anlardı. Önceleri akrabaya, sonra hükümete avuç açan, kendi durumunu kendisi düşünmeyip başkalarından medet uman sosyal tembellik çok insanımızı hala hızla değişmekte olan zaman talebine uyduramıyor. Böyle kaygısızlık ve yolsuzluk nedeninden dışarıda sanayi ve işler, evdeki durum aksamaktadır. Birisinden talimat bekleyip, herkese el açmak, kendiliğinden bilmemek, bağırmazsan anlamamak yüzünden hareket yerine hile, iş yerine söz, teklif yerine yalvarmak, onay yerine bahane, tavsiye yerine şantaj gelişmektedir.


Tarihin verdiği imkân ile tabiatın verdiği servetin henüz kendi yerini bulamayıp, boşuna gitmesi çok üzüyor. Onun için dışa öfkelenemeyiz. Bağımsızlığımızı derhal kabul etti. Yardımlarını sundu. Ekonomimizi, sosyal ve kültürel gelişmemizi kalkındırma yolunda beraber olmaya hazır olduklarını bildirdi. Herkesle dostça ilişkideyiz. Hem uzakla hem yakınla alışveriş içindeyiz. Tam iş durumunu sağlayacak her şey var. Eksik olanı: Abay’ın dediği ilgi ile gayret, öğrenmeye gayret, bilmeye gayret, çalışmaya gayret hızlanma yerine zayıflamaktadır. Onun yerine Abay’ın dediği inatçılık ile yaramazlık, “yalan ile dedikoduyu yakın tutan” kavgacılık ve palavra, kendi ülkesini kendisi takip eden” hırsızlık ile kıskançlık, ayırımcılık ile “söz gezdiren, halkı kışkırtan particilik” azalmıyor. Ekonomik etkinliği, Abay gibi söylersek, “kendi toprağıyla, kendi yurduyla boğuşup, düşüncesizlere kucağını açıp savurganlıkla”, “halka hayırlı iş yapmayıp”, “karın suyu gibi çabuk erir, çalışmadan bulunan servet-devlet”, siyasi etkinliği kavga olmayan yerden düşman aramakla, sosyal etkinliği takılacak feda ile her şeye burnunu sokan merak ile karıştırmak geniş çapta yayılmaktadır. Buna küsmeyip de neye küser? Kendimize öfkelenmeye mecburuz. Bunun hepsi “Yarım sevgi yarım fark eder” denilir gibi bağımsızlığımız ile özgürlüğümüzün değerini yarım kavrayıp, yarım değerlendirmekten ortaya çıkan hastalıklardır. Bu arada büyük şairin: “Atını yarışlarda yarıştıran atını destekleyen akrabalarının neden senin atının birinci gelince üzülüyor ve yarışlara kızıyor? Huzur arayan, huzuru bulamayan kimsenin huzur olduğu zaman bir anda huzurdan yorulması neden? Hasta kişinin yiğit gibi görünmesi neden? Fakir kişinin kibirli olması neden? Kazakların gerçek söze inanmayıp, kulak asmayıp, dinlemeye zamanı olmayıp, zararlı söze, yalana uyup, tüm işleri su gibi aksa da onu bütünüyle duyup anlamazlıktan gelmesi neden?” dediği sözler akla gelir. Bu feryadın günümüz yaşadığımız toplumla da ilişkisi olduğunu aklımızdan çıkaramayalım.


Siz iyi bilirsiniz, toplandığımız bütün büyük meclislerde ben, halkımızın birliği ve dostça geçindiği hakkında hep söylemişimdir. Çünkü eskiden bellidir ki ülke olmanın tek çaresi iç birliğidir.


Tarihin bütün döneminde Kazak kavgadan da düşmandan da yenildiyse birlik ve beraberliğin eksikliğinden yenilmiştir. Abay’ın da canına batan keder buydu. Eğer yurdunda birlik olsaydı, Abay:


“Herkes kendine göre başkan pek dar kafalı 
İşte, bozmadı mı ki yurdun halini? 
Birlik yok, bolluk yok, gerçek niyet yok, 
Karıştı servetin, baktığın yılkılar.”


"Kafada beyin, eldeki mal kavgada kalan, Gücünü gösteren kıskanç bozdu huzuru,” diye pişman olur muydu?


Ancak Abay yine şöyle der: “Eski atalarımızın bu zamandakilerden üstün iki karakteri varmış. O iki karakter hangisi dersen, önce, o zamanlar ülke başı, takım başı adlanan kişiler varmış. Göçerken, kavga, çatışma olursa iktidar onlarda olurmuş. “İki dizgin, yani iktidarı sana verdik, bozmak değil, eksiklerini geliştiririm” diyerek kötü tarafını gizleyip, iyi tarafını yükseltmeye çalışırmış. Onu üstün gören, evliya sayan, ondan sonrakiler de bu yoldan çıkmıyorlarmış. Herkes kendi kardeşi, hepsi kendi malı olunca gerçekten de akılsız olmazsa, onları düşünmeyip de ne yapar?


İkincisi, çok namusluymuş. Her zaman sevinçte de kaygıda da çağırıldıkları yere akraba arasındaki kavga, öfkeye bakmadan gidip canı gönlüyle yardım edermiş. “Akrabada azan olsa da, ondan bezen olmaz” der. “Altısı ala (dargın) olsa ağzındaki (yanındaki) gider, dördü tam olsa uzaktaki gelir” der. Hani, bu iki karakter nerede?”(Abay’ın “Kara Sözleri”, 39.söz).


Yurt olmanın kaidesi gibi olan, uyum ile birliğin gözü, bu iki karakter, tam bugün millet kaderi çözülür anda bizim için eskisinden daha çok gereklidir. Gerçi, ben şimdi Abayca tedirgin olup, bu iki karakter bizde hiç yok diyemem. Çünkü vatandaşlarım bana iki kere mertlik gösterip, güvenerek iktidarı benim elime verdi. Onlar gerçekleşti. Ben de sözümde duracağım: herkes kardeşimdir, öyleyse ben de boş durmam, onlara yardımcı olacağım. Onlardan ayrı endişem yok, onlardan ayrı kaygım yok. Ne görürsem halkımla birlikte görürüm, yurdumla birlikte görürüm, halkımla birlikte yenerim. Bu arada açık söylenecek bir mesele var: biz ekonomideki reformdan nasıl vazgeçmiyorsak, demokrasiden de öyle vazgeçmiyoruz. Çünkü demokratik özgürlük olmayan yerde ekonomik özgürlük de olmaz ve aksine, biz o özgürlüğe engel olan şeyleri düzeltiriz. Yoksa geçici zorlukları kullanarak özel egemenlik kuracak yerde tanrı olayım denen kimse yok. Böyle çığlık, gerçekten de, Abay’ın dediği gibi üzüntülü rekabetle, sessiz olamayanlarla karıştırmış olanların ağzından çıkabilir. Bizim bozkırın, etkisizlikle dayansa da zulme hiç dayanmadığını iyi biliyorum. Kendim için değil, yurdum için düşünüp taşınıyorum: kendi başıma gerekliyi herhangi bir gün bulurum. Halkımın ihtiyacını nereden bulurum, nasıl bulurum diye düşünüp taşınmak sadece benim değil, her vatandaşın görevi ve aklında bulunmalıdır. Bunları uzaktaki, yakındaki siyasetçilerin bazıları anlamadığı halde halkımızın iyi anladığına razıyım.


Kısacası, Abay arzuları sadece bir milletin tutunacağı emeller değil, bütün insanlığın emelleridir. Kazak toprağında bunun gerçekleşme imkânı şimdi ortaya çıkmaktadır. İşbu siz ve bize nasip olmaktadır. Çünkü biz bu bozkırlarda yaşayan nesillerin içinde deminki imkânları elde etmekte olan ilk ve öz nesiliz. Bu yüzden büyük düşünür-demokrat, büyük manevi reformcu Abay’a en yakın, nesil sadece biziz. Böyle yakınlık bize tarih karşısında büyük sorumluluk yükler. Saygıdeğer üstadın vasiyet ettiği değerli emellerin sadece hayal yüzünde kalmayıp, net gerçeğe, net sosyal varlığa dönüşüp dönüşmeyeceği bize bağlıdır. Onun eserlerindeki gerçek hümanizm, insan amacına olan ilgi, bir başka özen, hayata dimdik bakan gerçeklik, tembellikten, özensizlikten, zulümden, açgözlülükten nefret eden manevi maksimalizm bizim gerçekleştirecek olan girişimimizin de esas özelliğine, esas içeriğine dönüşmesi lazım.


Abay’ın dediğine göre, insan mutlu olması için onun isteği ve o isteğin amacına ulaşması için başkalarının ilgisi lazım. “Dostluğu dostluk çağırır” denmesi de boşu boşuna değil. Bu yüzden de, o ulusal bütünlük, iç bütünlüğünü, dayanışma ve etkileşimi çok arzuladı. Halkın istediğine ulaşması için de onun çevresiyle tam bütünleşme ve etkileşme içinde olması lazımdır. Bu, bizim günümüzde kaderimize karar veren en önemli tarihi faktörlerden biridir.


Biz de şimdi kendi milletimiz içindeki hem de uluslararası dostluğa dünyadaki bütün ülke, tüm halklarla dayanışmaya, kültürlerarası etkileşime de Abay gibi bakıp, Abay gibi saygı duymaya ayrıca önem veriyoruz.


Sonuç olarak, günümüzde hepimizin değer verdiğimiz büyük akıl sahibi bundan bir buçuk asır önce kendi dönemindeki medeniyet adından dış kalan bölgede yaşayıp, sadece günümüz medeniyeti sağlayacak insanlar ile halkların özgürlüğü ve dostluğuna esas edilen, iyilik ve hayırlı işleri aynı üstün gelişen özgür toplumun nasıl olması gerektiğini de tam değerlendirebilmiş.


Bugün, o soylu kalp, değerli akıl sahibinin doğru değerlendirdiği mükemmellik toplumunu gerçekleştirebilecek ahlaki imkân bizde vardır. Şairin arzuladığı ilim, sanat, meslek, bilim de eskisi gibi az bulunur değil. Halkımızın gözü açık, okumuş insanlar, uzmanlarımız bilgilidir. Halkımız dostça geçiniyor. Toplumun üçte biri otuz yaşını doldurmayan gençler. Sadece bilime uygun yetenek, bilime uygun bilinç, gençliğe layık alev, güç, yaratıcılık olursa Abay’ın eline değil, ağzına bağladığı amaçları gerçekleştirmeyi zaman gerektiriyor.


Abay yılını çok iyi geçiriyoruz. Abay’ın şiirlerini ezberlememiz iyi. Onun derin düşüncesi ile fikrini sadece konuşmamızda değil, her günkü yaşamımıza tuğla gibi döşenecek kesin işe dönüştürürsek çok iyi olur.


Onun gösterdiği eğitim ve arzuladığı emellere içten değer vermemiz, adalet ve asalet üstadı karşısındaki oğulluk borcumuzu derinden anlayıp, ödeyebildiğimizin tek işareti olarak bulunur.


Günümüzde ülkemizde yapılmakta olan büyük işlerin neticeli olmasına en gerekli şey inançtır, güvendir. Ülkeye ihanet ilk önce onun geleceğine güvenmemekten başlar. Yüce Abay’ın, endişeli Abay’ın geleceğe olan inancını hiç kaybetmediğini bu sözlerinden görebiliriz: "Kimin başı belaya girmemiştir ki, kim kötülük görmemiştir ki. Ümidini kesmek gayretsizliktir. Dünyadaki hiçbir şeyin sonunun olmadığı, geçici olduğu doğru, kötülük nasıl kalıcı olabilir dersin? Çok sert kış mevsiminin ardına yeşilliği bol, güzel yaz mevsimi gelmiyor mu?” der büyük şair. Gerçekleşsin, can baba!


Yurdumun başına düşen bugünkü zor dönemin sabit kalmayacağına, halkımızın gönlünü hoşnut eden barışın, sevgi dolu rızkın, bolluk dolu günlerin yarın geleceğine güvenim sonsuzdur.


Abay’ı bizimle ebedileştirecek olan bu anlayıştır, bu inançtır.


Öyleyse, Abay örneği her zaman göz önümüzde olsun! Bütün işlerimiz Abay’ın arzu ettiği gibi yükseklerden görünsün!


Teşekkür ederim!

NURSULTAN NAZARBAYEV



Kaynak:
Ayan, Ekrem Bir Devrin Aynası Abay Kunanbay ve Kara Sözler/ yazar: Ekrem Ayan. – Ankara: Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi, 2017 190 s. ; 16x24 cm. – (Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi inceleme-araştırma dizisi; yayın no: 48)
Share:

En Popüler Yayınlar

Total Pageviews


Yürü! Hür mâviliğin bittiği son hadde kadar!... İnsan, âlemde hayâl ettiği müddetçe yaşar. Yahya Kemal Beyatlı

İhsan Fazlıoğlu Dersleri

ÖĞRENMEYİ SEVMEK

"Bilgiye sahip olarak doğmuş birisi değilim. Yalnızca öğrenmeyi ve öğretmeyi seviyorum."
Konfüçyüs

"Bilgi, ahlaki hareketten kalan şeydir."
Nurettin Topçu

Translate

ABAY

Bu Blogda Ara

Etiketler

Katkıda bulunanlar

Link list 3