NURSULTAN NAZARBAYEV’İN ABAY HAKKINDAKİ SÖZÜ
(Abay’ın doğumunun 150. yıldönümü töreninde, 9 Ağustos 1995 tarihinde yaptığı konuşma)
Değerli vatandaşlar! Kıymetli konuklar!
Bugün büyük bir bayram günüdür. Halkımız en değerli çocuğu ve en bilgin üstadına ebedi sevgisini bildirmek için toplanmaktadır. Onun doğum gününde, her 10 senede böylece bir araya gelerek geçmişimiz ile bu günümüzü, ulaştığımız ile ulaşamadığımızı değerlendirmek üzere çoktan bir adete dönüşmüştür. Bunun her birinde Abay adı yeniden anılıp, halkımızın mertebesi ve onuru yeni doruklara yükselmektedir. Bu arada saygıdeğer şairimizin değerli mirasının sınıf ideolojisi tabanında kalmayıp, yeni nesillerle birlikte yaşayacak ebedi bir yapıya dönüştüğüne seviniyoruz. Sonra onun değeri ve ünü kendi ölçeğimizle sınırlı kalmayıp, komşu halklar ile ülkelere de geniş çapta yayılmasıyla gurur duyuyoruz. Bu defasında ise müjdemizin yeri çok ayrıdır. Bunun için birbirimizi sevine sevine kutlayıp, birbirimizden müjde istesek de yanlış olmaz.
Abay babasının oğlu değil, insanın oğlu olmayı arzulamıştı. Bu defada törenin en üst mevkiinde, arzuladığı muradına ererek tüm dünyaya adı ünlü, sözü güçlü, fikri değerli, insanlık şairi, insanlık bilgini olarak yükselmektedir. Bu törenin Almatı ile Semey’den, Karavıl ile Jidebay’dan başlamayıp, Batı ile Doğu’nun tanınmış ülkelerinden, Avrupa ile Asya’nın en güçlü memleketlerinden, Moskova ile İstanbul, Paris ile Pekin gibi dünya başkentlerinden başlaması da bunun delilidir. Bu, bütün gezegenimizin kültürel ve manevi nefesini sistematize eden çok güçlü uluslararası teşkilat UNESCO’nun bizim özel dilekçemizi içtenlikle kabul edip, böyle işlerin kalıplaşmış eğilimini ilk defa bozarak dünya çapında kutlamayı kendinin yüksek yetkisine alarak çözüm bulması sayesindedir.
Biz bunu, yeni bağımsızlığını kazanıp, insanlık derneğinin eşit haklı üyesi olarak yeni sıraya girmekte olan eski halkımız ile genç devletimize gösterilmekte olan büyük onur, yüksek siyasi ve manevi destek olarak değerlendiriyoruz. Bütün Kazakistanlılar adına UNESCO teşkilatına, onun müdürü, bugün aramızda bulunmakta olan çok değerli konuğumuz, ünlü aydın, tüm dünyaya meşhur şair, saygıdeğer Federico Mayor Bey’e en içten sonsuz şükranlarımızı sunmayı bir borç bilirim. Yine, Abay kutlamasına katılan, katılmakta olan, onun mirasını tanıtmada büyük katkılar sağlayan, bugünkü törene yetkili temsilcilerini gönderen bütün memleketler ile uluslararası derneklere en içten teşekkürlerimi sunarım. Bu demokrasi ile humanizm emellerinin dünya çapında esas zaferlere ulaşması sonucunda oluşmaya başlayan yeni manevi durumun altın delili olarak biliyoruz. Hem ölümde hem dirilikte kardeşlik demek budur. Sevinç ile kaygısı ortak manevi kardeşliğin dünya seviyesinde oluşmaya başlaması bizim yarınlara olan inancımızı pekiştireceği bir gerçektir. “Barıştırmak elçiden, çekiştirmek haberciden” diyor Kazak atasözü. Alçak gönüllüğümüz ile saf niyetimizin esas görünüşü gibi Abay’ımızın dünya çapında anlaşma ve dayanışmaya kendi katkılarını sağlayan manevi arabuluculuğa giriştiğine gerçekten memnun olduğumuzu saklayamayız. Eri elinin adını çıkarır, eli erinin adını çıkarır derler. Biz günümüze dek tarihi dönemde, insanlık âlemine tanıtıp, güvenli ortak olarak ilk defa görünürken itibarımızı yükseltip, manevi nakşımızı belirten Abay gibi beyimiz olduğuna şükürler ediyoruz. Böyle beyimizin adını doruklara çıkararak yüceltebilen ülkemizin varlığına da şükürler ediyoruz. Allah’ın bize bugünleri gösterdiğine de sonsuz şükür ediyoruz. Böyle dönemde yaşayıp, böyle ülke ile böyle topluma canı gönülden hizmet etmeyi kaderimize yazdığına bin kere şükürler ediyoruz. Bunu hissetmek bizim ümidimizi güçlendirip, gücümüze güç ekleyeceği bir gerçektir. Çünkü Abay’ı Abay yapan kendi döneminde yaşadığı çeşitli zorlukları, günümüzde bizim başımızdan geçen olaylarıyla doğrudan devam etmektedir. Onun kaderi ile manevi arayışlarının dağınık yollarını, dipsizliği ve engelini ayrıntılı değerlendirip, doğru sonuç çıkarabilirsek başımızdaki dönemle epey bağlantı kurup, günümüz durumunu pekiştiren epey anlam ve önemi bulabilirdik. Abay’ın o zamanlar böyle düşünüp, böyle yazmaması ne kadar mümkün ise, bizim bu zamanda bu kadar zorlanıp, böyle davranmamamızın o kadar da mümkün olamayacağını anlardık.
Ayrı durumun ayrı arayışlar ile ayrı davranışlara başlayacağı bellidir. Büyük yetenek ile büyük güç de o zaman lazım. İnsanlık her zaman ilerlemeye özen gösterip, yüksekleri talep etmiş.
Hiçbir zaman dinmeyen ve dinmeyecek olan manevi mücadelede hedef çizen, yol gösterebilen keskin bakışlı önderleri her zaman özlemişizdir, her zaman saygıyla yüksek mevkiye koymuşuzdur.
Çünkü akıl bulunmadan hiç bir şey bulunmaz. Akıl gelişmeden ar namus dayanıklı olmaz. Arsız, namussuz insan, başkaları şöyle dursun, kendini de geliştiremez. Bunlarsız milli bilinç ile milli namus da duldur. Bunlar olmadan toplum gelişmenin pürüzsüz yoluna giremez, alışık eğilimin soluk yolundan çıkamaz, karışık zamanda başı dönerek karışık hal geçirir. Böyle bir krizden çıkmanın yolunu tarih ile tabiatın sadece özel olarak saydığı çocukları gösterebilir.
Abay da tam onun gibi karışık zamanda mucizevi tevekküle varabilecek ayrı feraset ve ayrı ruh sahibidir. Bunun sayesinde o bugün bütün insanlığın itibarı, yüksek manevi serdarlardan birine dönüşmektedir. Onu doğurduğu dönemi geniş çapta araştırmayınca ondan kalan mirasın enginliğine ulaşamayız.
O, Kazak tarihinin özel ağır dönemiydi. Yeryüzüne sahip çıkmak isteyen Çarlık, Orta Asya’yı işgal ederek, Doğu ve Güney’e de hâkim olmayı hedeflemişti. Böyle stratejik amacın tam önündeki ülke Kazakistan’dı. Başkasından ayrılsa da ondan ayrılmamak siyaseti ilk defa o zaman ortaya çıktı. Ülke yönetiminin tarihi oluşmuş milli sistemi tamamen belirlendi. Metropoldeki disiplin zorla girmeye başladı. Önce Kazakların her soyundan birkaç küçük hanlıklar kurulup, milli-bölgesel birlikler bozuldu. Sonra her hanlığın halkı ile toprağı ata ataya, soy soya bölünen payıyla köy köy, kasaba kasaba paylaşıldı. Böylece kesilmiş koyunun kemikleri gibi parçalanan hanlıklar egemenliklerinden ayrılıp, komşu illerin terkibine zorla girdirildi. Ondan hanlıklara bölünüp, beyzadelerin yerine padişah hükümetinin atadığı “güvenli kazaklara” yönetim devredildi. Böylece geleneksel kendi aralarındaki kavga kaybolduğu sırada, il, köy, kasaba, bölgelere bölünecek düzenle yeniden kuruldu. Köy ile kasabayı yerli memurlar, il ve bölgeyi Çar’ın askeri yakınları yönetti. Böylece Kazaklar kendi yerlerinde yabancı gibi yaşadılar. Millilik şöyle dursun, soy, boy gibi beraberlikten ayrılıp, bütünlüklerini kaybetti. Böylece dağılan halk üsttekilerin talimatıyla altı bölgeye ayrılıp, komşu Sibirya, Orınbor, Astrahan, Türkistan bölgelerine, Mangıstav ise önce Kafkasya dışına, sonradan Hazar yanındaki bölgeye dâhil ettirildi. Bu şekilde Kazaklar her tarafa dağılarak bir halk, bir ülke olduğunu adıyla birlikte unutacak hale geldi. Yeryüzünde sömürgecilik görmeyen halk az olmasına rağmen bir asırda bu kadar çok reform geçirip tuz buz hale gelecek kadar zulme uğrayan halk hiç bir yerde yoktur.
Bunun hepsi sömürgecilik boşluğun sakinleri tarihi oluşmuş memleketini yeniden yapamayacak şekilde, onları toprak ve suyunun eski sahiplik haklarından tamamen ayırmayı amaç eden, önceden düşünülen zalim politika idi. Günümüzde bize dişini bileyen altın boncuklu siyasi doğanlar ile sıradan birilerinin sözünü takip eden akılsızların yeni programları hangi dönemdeki “siyasi hurda kâğıt” olduğunu bundan ayırabiliriz. Bunun gibiler komşularının yerini toz toz bölerek, kendine hayvan güttürerek, ata yurdunda bulunmakta olan hazineden hiç bir şey vermeyip, kibirlenerek o dönemi özler. Öyle bazı kibirliler büyük kültürün yattığı büyük ülkenin atını örterek başkalarına örnek gösterdim diyerek kendi itibarını kendi düşürdüğünün farkında değildir. Böyle insanlar o zamanlar da az değildi. Ülke ile toprağı viran etmeleri şöyle dursun, bilinci de zehirlemeye başladı. Diline, dinine, yaşama geleneğine havadan bakıp, ata mesleği ile tarihini unutmaya, kendini hor sayarak başkanın emrine eğilmeye motive eden şeytani politika özel bir şekilde gerçekleştirilmeye başlandı. Yabancılaşma diye adlanan olay böylece gelişti. Oltaya düşen, yeme koşan küçük balık gibi oynayan yabancı bilinç, kendi kendini ateşe atan gözsüz kelebek gibi bir dönem kurdu. Birlik ve bütünlük unutuldu. Sayılı olarak okutmak, sayılı olarak hizmete atamak bir taraftan Ruslaştırmayı, diğer taraftan rekabet ile iç düşmanlığı güçlendirmeyi amaçladı. Diğer şeyler şöyle dursun, eğitimde bile aşağılık görüldü. Bir asır boyunca düşmanla mücadele eden halka sanki göz kulak oluyormuş gibi olan hile kapanı kuruldu. Kitaptan ziyade topu, okuldan ziyade askeri kaleyi çoğaltan hükümetten korkanlar uçsuz bucaksız çöllere çekildi. Korkmayanlar siyasi dalkavukluğa yöneldi, kapıdaki köleliği kabul etti. Verimli topraklar, güzel meslek ve hizmetler sadece merkezden özel olarak getirilenlere verildi. Dış bölgelerin gelişmesine ayrılan paralar bütünüyle dışarıdan bölgeye taşınanlara harcandı. Yabancıları eğitime çekmek isteyenler ise, çar sarayının büyüklerinden birisinin step valisine açıkça yazdığı gibi “sınırsız insan sevgisi” olarak alay edildi. Eğer bu asrın başında Kazakların arasından sayılı okuyanlar çıkıp, Rusça eğitim alanların sayısı yüzde bire ulaşmış ise ona kariyer düşkünü step zenginleri ve eğitimi arzu edenlerin kendi gelirleri harcandı.
Can sahibi aydınlığa ulaşmaya çalışır. Kendi kendine yok olmayı hiçbir canlı istemez. Halk da öyle. Ne kadar zorluk, zülüm görse de ümidini kesmez. Kendisi gibi olan halkın ulaştığına kendi elini ulaştırmaya çalışır. Tam böyle bir istek sekiz asır önce bizim bir hemşiremizi bilim arayışıyla Güney Asya’ya ayak bastırmıştı. Geçmiş asırlarda da tam bunun gibi talep atlarına binenler çıkmaya başladı. Bir zamanki El-Farabi’nin yakıcı talebini Arap halifeliğinin babalık himayesi diye nasıl söyleyemezsek, geçmiş asır sonundaki aydınlarımızın eğitim yolundaki tevekkülünü padişah otokrasisinin babalık himayesi diyemeyiz. Dış bölgelerdekilerin de okuma yazma öğrenmesi, eğitime çekmenin sistemli politikası oldu. Fakat bu bizim bozkırımıza bu asrın ikinci on senesinden itibaren girmeye başladı. Demekki, o zamana kadarki eğitime, okumaya eğilim milli varlığımızın ihtiyacından ortaya çıkan manevi cesarettir. Bir ekonomik-toplumsal geleneğin devri tam bitip, ikinci ekonomik-toplumsal geleneğin tam yerleşmeye başladığını fark eden milli bilincin tarihi gelişmeyi kendine göre değerlendiren çok öngörücü özelliğidir. Böyle olayı dışarıya götürüp eşleştirmek ayıp olurdu. Milli manevi yaşamımızın derinlerine inerek değerlendirmeden mahsus kaçma olurdu. Böyle görüşle bakarsak, Abay gibi büyük bireylerin dâhiyane fıtratına adıyla yanaşamazdık.
Abay’ın insanın göremediği cesareti ile büyük sayılacak özelliği, sömürgeci aşağılama olduğu yerdeki olabilecek kaçınma yerine mücadeleyi, iğrenme yerine öğrenmeyi, dalkavukluk yerine yatıştırmayı, koltuk seven kariyercilik yerine eğitimi seven rekabeti yerleştirip, milletimizin manevi azmin adıyla, kendine has özellikleriyle göstermesidir.
Çünkü halkına gerçekten acıyan önder çukura düşürecek değil, doruğa çıkaracak yolu gösterir.
Abay da tavsiye etmeden önce karışık zamanın bütün zorluklarını baştan geçirdi. Onun o zamanki Avrupalı seyahatcilerin ağzından “Step Çicerosu” makamıyla kodaman babası eski ve yeniye hatip oldu. Büyüklere ve padişah idaresine sözü geçerliydi. Böyle akıllı, öngörülü babanın büyüttüğü zeki genç, medresede Müslümanlık, okulda Rusça okuyup köyüne dönüp, idarecilik işlerine başladı. Eski gelenekteki soy ve boy psikolojisi ile otokrasi sömürgecilik yüz yüze gelen çekişme ortasında yürüyerek, ülkesini korumaya bütün gücünü sarf etti. Fakat emeği boşuna gitti. Kardeşleri kıskançlığa, sömürgeci halklar kuşkuyla baktı. Kederli delikanlı idareciliği bırakıp şair olmaya yöneldi. Kalan yirmi yıl ömrünü sadece eğitime, sadece edebi sanata harcadı. O emeği, insanlık akıl ve düşüncenin en büyük kişiliğine dönüştürdü. Şair Abay Kazak’ın sözlü şiirini realist yazılı şiire dönüştürdü. Eskiden yazılmamış konuları ele aldı. Eskiden ele alınmamış edebi türleri ortaya çıkardı. Dış görünüş, dış tasvir yerine insanın içine dikkatle bakacak, yaradılışın engin gizlerini açacak çok önemli felsefi ve sosyal lirik şiirler yazdı. Doğu şiirine has nezaket, ahenk, batı edebiyatına has net araştırmacı mantıkla zenginleşti.
Eğer Abay olmasaydı, bu asrın başında sanatsal sakinliğe, değişikliğe, zamanla birlikte adım atıp, zamanla kederi paylaşabilecek sosyal mantığa sahip yazılı edebiyat okulu: gerçek anlamdaki Abay okulu oluşmazdı. Magjan Jumabayev, Berniyaz Küleyev, Şangerey Bökeyev, Şakarim Kudayberdiyev şiirinde, Alihan Bökeyhanov, Ahmet Baytursunov, Gumar Karaşev, Halel Dosmuhamedov, Muhamedjan Seralin’lerin siyasi ve bilimsel yapıtlarında, Sultanmahmut Toraygırov, Spandiyar Köbeyev, Mirjakıp Dulatov, Jüsipbek Aymauıtov eserlerinde bütün tabiatıyla görünen bu okul, Abay’ın sistemleştirdiği yeni ulusal estetik dünyanın nice yapıcı olduğunu net olarak tanıttı.
Kökeni bu kevser pınardan başlayan çok dallı, çok geniş edebiyatımız 20’nci asrın zorlukları sırasında kendi halkına manevi destekte bulundu. Sadece kendi yurdunda değil, eski Sovyetler Birliğinde, hatta dünya çapında titiz toplumun çölünü basacak nitelikte manevi besin bulabildi. Biz bunun için bir buçuk asır önce estetik düşünce dolu gülizar bozkırlara cesurca adım atan Abay’ın cesaret dolu yeteneğine borçluyuz.
Abay Kunanbayoğlu’nun dünya çapı bilincinden kendi yerini kazanacak önemli fenomen olması onun sadece edebi araştırmalarıyla sınırlanmıyor. Edebiyat, Abay’ın tüm dünya yaradılışına, insani, milli, kişisel, tarihi, zamana has oluşa yelken açacak kevser deryası, eski dünyadan ebediyete kadar uçsuz bucaksız genişlikteki manevi dünyaya, manevi arşa, evren diye adlandırılan âlemin mucizevi uzaklıklarına çekecek bir taraftan ıstırabı, diğer taraftan zevkli seferin başlangıç kapısı hem derinlere indirecek, kemalete eriştirecek emellerinin altın basamağı olmuştu. Abay’ın düşünür gücü ile araştırmacılık becerikliliğin de kendi zamanının karma karışıklıklarla dolu gerçeği belirlemişti. Bu karışıklıktan çıkar yolu ararken kendi halkının milli yaradılışını detaylı bir şekilde araştırdı. Onun başındaki hasreti detaylarıyla tahlil etti. Böylece derdine derman, geleceğine yön aradı. Halkına koruyucu, milletine destekçi olarak bütün insanlığa yüce gönüllü humanistlik doruğa yükseldi. Kişi ile kişinin, halk ile halkın da arasında olabilecek kavgaların hepsinden uzak durabildi. Ulusları sevmediği halde komşu Rus halkına, başka da halklara saygıyla davrandı. Çar idaresini inkâr etmesine rağmen büyük Rus kültüründen eğitim aldı. Az sayıdaki halkı da kalabalık halkı da yakınlaştıranın manevi etkileşim olduğunu anladı. Bütün insanlığı birbirine dost saydı. Onu, batıya, doğuya, uzağa, yakına bölmeyip aynı olarak gördü. Bozkır yaşamını düzeltmek için devamlı gelişip devamlı dayanıklı olan insanlık derneğinin yaşamına derinden bakmalıydı. Böylece kendi devrindeki halkının sosyal varlığıyla sınırlı kalmayıp onu nasıl düzeltmenin, eğitmenin çarelerini araştırdı. Kendi düşüncesini ortaya attı. O, Kazak aydınlarının bu asrın başındaki sosyal kalkınma talebini de o kadar etkiledi. Bununla kalmayıp, Kazakların yirminci asırdaki toplumsal bilincini doğrudan etkileyebildi. Abay’ın sosyal düşünür olduğuna geniş bir şekilde bakılacak an günümüz dönemidir. Toplumumuzda tamamen değişiklikler olan da şimdiki dönemlerdir.
Bu açıdan bakarsak, bozkır felsefecisi halkına merhamet etmek onunla birlikte ağlamak değil, ona kendi kendini dayanıklı kılmanın özel yolunu belirtmektir diye anlaması hiçbir şüphe doğurmayan açık meseledir.
Abay’a böyle riski göze almayı cesaret ettiren, onun bu kadar namusunu bileyen Kazak bozkırlarındaki aşağılayıcı siyaset ve dalkavukluk yapan sosyal bencillik idi. Onları yakasından alarak dövüşmekten bir şey çıkmayacağını anladı. Kenesarı dönemi mücadelesi bitmek üzereyken, dünyaya gelen bebek beşikteyken bile bağımsız ülke olmaktan tamamen ümidini kesmişti, başkasının boyunduruğu altında çalışıp, derecesini yükseltmek isteyenlerin kargaşalarını görerek büyüdü. Bağımlılık sıkı şekilde yerleşip, artık her şey olmuşken saf halkı fitneye sokmanın insanlığa aykırı olduğuna inandı. Öç almanın başka yolu mu var? Var.
Abayca söylersek “evvel para kazan” der. Aksine “karnı aç kişinin boyunda akıl, ar, bilime tutku nereden olacak?”. Para kazansa karın doyar. Ondan sonra bilim, sanat lazımmış.”
Bilim ve sanatı nerede aramak gerekir?
Abayca söylersek:
“Rusça okumak gerek, hikmet de, para da, sanat da, bilim de hepsi Rus’tadır. Rus bilimi, sanatı dünyanın anahtarıdır. Onu öğrenene dünya ucuzdur”.
Duymak isteyenlere bambaşka bir cevap. Çok fayda isteyen, başarı peşinden koşan menfaatçi bakış değil miydi? Böyle aklın, çarın unvan sahiplerinin dağıttıkları fikirden nesi eksik? Unvan sahipleri köy sakinini aşağılamayı ister, Abay ise eşitleştirmeyi ister. Onun anlayışında o ortamın “Zararından uzak, faydasına ortak olmak için eğitimini, ilmini bilmek gerekir. Sen onun dilini öğrensen dünyaya bakışın gelişir, herkesin dilini, sanatını bilen kişi onunla aynı seviyeye girer, kimseye bağımlı olmaz, kimseye yalvarmaz”. Bundan çıkacak sonuç: aşağılatanın medeniyetini edinip, kibirlenenden biliminle üstün olarak kendi payını telafi edebilirsin. Aksi takdirde, az ile çoğun, güçlü ile güçsüzün arasında başka türlü eşitlik olması hiç mümkün değil.
Öylesine yaramazlık gibi görünen bu kaideyi Abay kendi ömrüyle kanıtlayabildi. Bozkırdaki keçe evinde yatarak Rus klasiklerini tamamıyla okuyup, sırayla Kazakçaya çevirip, halkına yaymakla meşgul oldu. Onunla kalmayıp, Rus dili aracılığıyla Bayron, Gete, Şiller, Lesaj, Dümo, Mitskeviçleri araştırıp Kazakça söyletmeye çalıştı. Hatta Eski Yunan, eski Roma devirlerine karışıp Aristotel ile Sokrattan başlayarak, Spinoza ile Spenser gibi ünlü düşünürleri detaylı araştırdı. Darvin’i araştırarak doğa bilimleriyle tanışıp, New York üniversitesinin profesörü Chon William Dreper’in eserlerine dikkatle eğildi, Avrupa’nın düşünce gelişimi, tarihi, katoliklik ile ilim arasındaki iletişim tarihiyle tanışmış oldu. “Benim Kabem artık Batı’ya döndü” demesi de ondandı.
Duygusal şair, canlı düşünür, bilgin bozkır yaşamını başka dünya varlığıyla karşılaştırarak araştırmayı anlamak istedi. Çocukluğundan tanıdık Arap, Fars dilindeki kitapları yeniden karıştırarak Doğu şiirine, tarihine, felsefesini son görüşüyle yeniden değerlendirdi. Özellikle Taberi, Rabguzi, Raşid-ed-din, Babur, Abılgazi eserlerine çok dikkat çekti. Doğu zihniyeti ile İslam hukukunu detaylı araştırdı. Kendi zamanındaki Orta Asya ile Güney Asya’nın kültürel ve manevi hayatından çok haberdar oldu.
Abay zihniyeti sadece dış dünyaya dikkat çekmeyip, milli varlığı değerlendirecek esas miraslara da dikkat çevirdi. Korkut, Asan Kaygı, Atalık, Sıpıra Kodantayşı, Kaztugan, Dospambet, Şalkiyiz, Matgaska, Jiyembet gibi ozanların şirlerindeki kaygı ve güç, Buhar, Töle, Kazıbek, Ayteke öğütlerindeki Abay dünya bakışının en derin ve yakın katlarıydı.
Ona müdrikler Hoca Ahmet Yesevi, el-Farabi, Yusuf Balasagun, Mahmud Kaşkari, Muhammed Haydari, Dulati, Kadırgali Jalayır, Muhammed İbn Kays, Husan Addin Barşinlegi’nin eserlerini katarsak Kazak şairinin çok katlı, çok taraflı dünya bakışına hayran olurdunuz.
İki dev kıtayı altın kemer gibi kuşatarak kucaklayan eski sahrada kalıplaşmış bilgelik düşüncenin ne kadar derin, ne kadar kapsamlı, belli bir medeniyet, okul, akım çemberine tutuklanmayacak kadar ne kadar da azad ve serbest olacağına inanırdınız.
Abay’ın bakışı ne kadar da geniş ise, hayret ettiği, imrendiği, iğrendiği, tutkusu, aldığı etkileri o kadar geniş, fark ettiği, yorumladığı sağduyusu da o kadar derindi.
Fakat onun bu kadar karışık manevi dünyasına özel bir özellik katan etki ve düşünce, duygu ve mantık, ahenk ve tür ara ilişkisini ayırmadan, samimi insanlık, samimi kişilik ve samimi kemâlâttır. Herhangi gelişim açısından bakan diyalektik hızdır. İlgisiz burjuvaya boyun eğmek istemeyen gerçeklik ve endişe.
Asya’nın dış bölgesinde doğup büyüyen bozkır şairine böyle manevi rasyonalizm, insani maksimalizm nereden gelmiştir? Onun eserlerine o sıralar Avrupa’nın bile kabul edemediği, insanı esas kişilik, insanlığı esas haysiyet sayan yeniden gelişme emelleri, gerçek anlamdaki yeniden yapma görüşleri nereden sinmiştir?
Okuduğu kitaptan mı, zamandan mı, çevresinden mi, her gün göz önünde gezen kederli varlıktan mı?
Doğrusu, sonundakidir. Kafasındaki düşünce halkını düşünen, kargaşadan yorulan, binle yalnız mücadele eden, çok yorulan bilinci, özellikle, bütün dünya tamamen değişse de değişmeyen bozkır yaşamı idi. Geniş bozkırın hangi tarafından baksa da göze batan sessiz geri kalmışlık idi. Bunu hala anlamayan saf halkı idi.
Önceden kendinden başkanın hepsini alay eden köylülerini dinleyerek “bizden başka herkes ahmak, en iyi halk biziz” diye düşündüğü saf düşünceyle çevresine dikkatle bakarsa, dün alay ettiklerinin hepsi bunları geçmiş. Birilerinin “ekmediği ekin yok, yetiştirmediği meyve yok”, tüccarının bile gezmediği yer kalmamış, yapmadığı iş yok”. Birileri “askere de dayanır, kazaya da dayanır, molla, medresesini koruyup, dinini saklamaya hazır”. Birilerinin biz, köle ve cariyesinden beteriz, “birimiz ırgat, birimiz kapıcıyız”, “önceki övündüğümüz, güldüğümüz, sevindiğimiz şeyler nerede?”.
Abay’ın bütün aklında bu sorular geziyordu, bunları “fark etmeyen kişinin hem bu dünyada hem ahirette başı ağrıyacağı gerçektir”. Sağırın başını ahirette ağrıtacak var mı, yok mu? Olgun kişinin başı ise bu dünyada bile karışacağı sözsüzdür. Fakat böyle “devamlı bu endişeyle yaşayabilecek miyiz?” Devamlı kedere dayanabilir miyiz?”
Batı ve doğu mürşitlerini araştırarak çıkardığı sonuç: Allah’ın özü de gerçek, sözü de gerçek; o kimseye kötü ol, zalim ol, istismarcı ol dememiştir; öyleyse Allah’ı dinlemeden kurnazlık düzelmez; kurnazlık düzelmeden boğaz haram yemeyi bırakmaz, helal olmadan insan düzelmez; insan düzelmeden toplum düzelmez; halkın düzelmesi için her birey kendi kendini düzeltmesi gerek. Onun için “sevinilmeyecek şeye sevinmeyi, utanılmayacak şeyden utanmayı” bırakmalı. Bizi bunlardan temizleyen tek deva emektir, çalışmaktır. Abay’ın düşüncesinde “Çalışma marifeti arttırır. Çalışma duyduğu şeyi pekiştirir. İnsan aldığı bilimi düzene sokar, gereklisini gereksizden eleyerek akıllı olur”. Bu yüzden de, o, çalışmayı bütün iyiliğin temeli, çalışmaya olan sevgiyi insan hayatının esas önemi ve amacı sayar. Tembelliği ise tüm inatçılığın, ondan meydana gelecek dalkavukluğu tüm zararın, palavrayı düzelmekten ümidini kesen çaresizliğin esas atası diye anlatır. Halkını “düzene sokmayınca dilenciye” dönüştürmeyen tek davranış: “Tarım, ticaret, meslek, ilim” diye bildi. O sadece gayret ve istek olduğu zaman gerçekleşir. Abay’ın “Allah sana çalışmaya yetecek güç verdi ama sen çalışmıyorsun. Allah sana ilim verdi ama sen okumuyorsun. Allah sana bilinç verdi ama sen onu kaybettin. Sen üşenmeden çalışırsan, sabırla araştırıp, faydalı iş yaparsan zengin olurdun” diye suçlaması da o yüzdendir.
O, sadece çalışmanın sayesinde insan ahlaki açıdan gelişip, ailesine, genç nesil terbiyesine, anne baba, dostluk, arkadaşlık, kardeşlik borcu görüşünü değiştirebilir kanısındadır. Aksi takdirde, atadan kalan mirasa övünen otlakçı, halkın arkasında gününü gören sinsi, başkalarının eşyasına göz diken gizli düşmanlık ve hırsızlık, tembellik ve dalkavukluk, zalimlik ve kibirliliği uyandırmazsa ailesinin durumunu da başkasının durumunu da düzene sokamazdı. Abay’a göre bütün anlayışın gerçek önemini açıklayacak ölçü çalışmaya olan bakıştır. Altıncı sözünden işbu parçayı alalım: “Kazak der: “Birlik olmadan dirlik olmaz”. Burada söylediği hangi birlik? Kazak düşünür. at ortak, aş ortak, giyim ortak, devlet ortak olsa der. O durumda zenginlikten ne fayda, fakirlikten ne zarar? Akraba kaybolmadan servet arayıp ne yapalım? Bu mu birlik? Hayır, birlik akılda birlik, servette birlik değil. Birlik servete satılırsa ahmaklıktır. Akraba almadan birlik kılsın. O zaman herkes nasibini Allah’tan diler veya iş arar. Oysa halkı birbirinden bela arar. Bunun neresinden birlik çıktı?
“Bolluk öncesi varlık” diyoruz. Hangi varlık? Can gövdeden çıkmayınca mı? Öyle varlık itte de var. Varlık bu da değil. Kalbiniz, gözünüz diri ise onu der. Kendin sağ isen de, kalbinin gücü olsa, akıl bulacak söz anlayamazsın. Helal işle üşenmeden para kazanmaya azimli olamazsın”.
Püf noktası bu değil miydi? Genelde, bizim günümüzde ele aldığımız çok işlerin delillerini başka taraftan aramaya lüzum yok. Her şeyi Abay’dan bulursun.
Günümüz uluslararası durumlara ilişkin edindiğimiz devletin iç ve dış siyasetine cevabı Abay’da bulabiliriz. “Bütün insanı kardeşim diye sev” dediği satırlardan halklar dostluğu şair için eşit yaşamanın yalan diplomasisi değil, yaşamın esas anlamını belirten yüce murat olduğu görülür. Şair bakışını günümüz diliyle belirtsek başka ülkelerle dostluk ilişkide, dayanışmada olma politikası bizim ülke olarak sıraya girmemizin ön şartlarından biridir. Başka gelişmiş ülkeler ne yaparsa onu yap, ilmini, kültürünü öğren diyor Abay. Onun için başkalarıyla “kültürel, ekonomik, siyasi etkileşim" gerek, onun günümüzce tabiri uyum yani bütünleşme.
“Birini, Kazak, birini dost, görmezsen işin hepsi boş” dediği sözler millet olarak uyumumuzun esas şartıdır. Kendi halkımızın amacı için mücadelede dostluk, uyum, birlik lazım değil mi? Lazım. Öyleyse, Abay sözünü derinden anlayıp, onunla başkalarını utandırmak değil, kendi kendimizi utandırmaya çalışalım.
Değişik tarihi durumda yaşayan Kazak halkına bundan sonra eskisi gibi yaşanmayacağını, zaman akışına göre çalışıp, meslek edinip, ticareti öğrenmek gerektiğini de ilk olarak söyleyen Abay’dır. Yani, Kazak toplumuna hem sosyal reformu hem ekonomik reformu da ilk olarak sunan Abay’dır.
Toprağından, suyundan, bağımsızlığından, yönetiminden ayrılan Kazak’ı kurtarmanın tek çaresi, onun manevi dünyasını, milli ve insani iyi özelliklerini korumak olduğunu, o zaman milli özelliğini yaşatacağını şair iyi anladı. Onun için kendi de büyük gayretle çalıştı.
Abay’ dikkatle okuyan insan onun dünya bakışı günümüz piyasa ekonomisiyle de doğrudan uyum sağladığını fark edebilir. Abay âlemi bizi yedi gece kaybettirmeyecek deniz feneri gibidir. Buna bakarak varlığımızın doğru ve yanlışını değerlendirebiliriz. Çünkü bizi rahat bırakmayan çok sorunun cevabını Abay ta eskiden söylemiştir. Abay’ı okuyarak yurdumuzu düzene sokabilirdik. Maalesef, birisinin zamanı yok, birisinin anlayışı dar, birisinin hiç isteği yoktur.
Yoksa çok şey evvela herkesin kendi kendini düzene sokamayışından gelişemiyor, öyle değil miydi?
Kendi halkını “yurt olsun, büyüsün, gelişsin” diyen her insan önce Abay’ı okusun, Abay’ı dinlesin. “Eğer de akıllı kişilerin sırasında olmak istersen günde bir kere, olmazsa, haftada bir, hiç olmazsa ayda bir kendini hesaba çek! Önceki hesabından sonraki yaşamını nasıl geçirmişsin, eğitime, ahirete, bu dünyaya faydalı mı, pişman olmayacak şekilde mi geçirmişsin? Yoksa nasıl geçirdiğini kendin de mi fark etmedin?” diyen şair sözlerini bir hatırlayalım.
Eğer herkes geçmişini unutup, değişikliğe uğradığımız on sene, bağımsızlığı aldığımız dört sene içindeki yaşamını hatırlayarak, ne kadar imkânı boşa çevirdiğini, ne kadar şeyi boş verdiğini daha iyi anlardı. Önceleri akrabaya, sonra hükümete avuç açan, kendi durumunu kendisi düşünmeyip başkalarından medet uman sosyal tembellik çok insanımızı hala hızla değişmekte olan zaman talebine uyduramıyor. Böyle kaygısızlık ve yolsuzluk nedeninden dışarıda sanayi ve işler, evdeki durum aksamaktadır. Birisinden talimat bekleyip, herkese el açmak, kendiliğinden bilmemek, bağırmazsan anlamamak yüzünden hareket yerine hile, iş yerine söz, teklif yerine yalvarmak, onay yerine bahane, tavsiye yerine şantaj gelişmektedir.
Tarihin verdiği imkân ile tabiatın verdiği servetin henüz kendi yerini bulamayıp, boşuna gitmesi çok üzüyor. Onun için dışa öfkelenemeyiz. Bağımsızlığımızı derhal kabul etti. Yardımlarını sundu. Ekonomimizi, sosyal ve kültürel gelişmemizi kalkındırma yolunda beraber olmaya hazır olduklarını bildirdi. Herkesle dostça ilişkideyiz. Hem uzakla hem yakınla alışveriş içindeyiz. Tam iş durumunu sağlayacak her şey var. Eksik olanı: Abay’ın dediği ilgi ile gayret, öğrenmeye gayret, bilmeye gayret, çalışmaya gayret hızlanma yerine zayıflamaktadır. Onun yerine Abay’ın dediği inatçılık ile yaramazlık, “yalan ile dedikoduyu yakın tutan” kavgacılık ve palavra, kendi ülkesini kendisi takip eden” hırsızlık ile kıskançlık, ayırımcılık ile “söz gezdiren, halkı kışkırtan particilik” azalmıyor. Ekonomik etkinliği, Abay gibi söylersek, “kendi toprağıyla, kendi yurduyla boğuşup, düşüncesizlere kucağını açıp savurganlıkla”, “halka hayırlı iş yapmayıp”, “karın suyu gibi çabuk erir, çalışmadan bulunan servet-devlet”, siyasi etkinliği kavga olmayan yerden düşman aramakla, sosyal etkinliği takılacak feda ile her şeye burnunu sokan merak ile karıştırmak geniş çapta yayılmaktadır. Buna küsmeyip de neye küser? Kendimize öfkelenmeye mecburuz. Bunun hepsi “Yarım sevgi yarım fark eder” denilir gibi bağımsızlığımız ile özgürlüğümüzün değerini yarım kavrayıp, yarım değerlendirmekten ortaya çıkan hastalıklardır. Bu arada büyük şairin: “Atını yarışlarda yarıştıran atını destekleyen akrabalarının neden senin atının birinci gelince üzülüyor ve yarışlara kızıyor? Huzur arayan, huzuru bulamayan kimsenin huzur olduğu zaman bir anda huzurdan yorulması neden? Hasta kişinin yiğit gibi görünmesi neden? Fakir kişinin kibirli olması neden? Kazakların gerçek söze inanmayıp, kulak asmayıp, dinlemeye zamanı olmayıp, zararlı söze, yalana uyup, tüm işleri su gibi aksa da onu bütünüyle duyup anlamazlıktan gelmesi neden?” dediği sözler akla gelir. Bu feryadın günümüz yaşadığımız toplumla da ilişkisi olduğunu aklımızdan çıkaramayalım.
Siz iyi bilirsiniz, toplandığımız bütün büyük meclislerde ben, halkımızın birliği ve dostça geçindiği hakkında hep söylemişimdir. Çünkü eskiden bellidir ki ülke olmanın tek çaresi iç birliğidir.
Tarihin bütün döneminde Kazak kavgadan da düşmandan da yenildiyse birlik ve beraberliğin eksikliğinden yenilmiştir. Abay’ın da canına batan keder buydu. Eğer yurdunda birlik olsaydı, Abay:
“Herkes kendine göre başkan pek dar kafalı
İşte, bozmadı mı ki yurdun halini?
Birlik yok, bolluk yok, gerçek niyet yok,
Karıştı servetin, baktığın yılkılar.”
"Kafada beyin, eldeki mal kavgada kalan, Gücünü gösteren kıskanç bozdu huzuru,” diye pişman olur muydu?
Ancak Abay yine şöyle der: “Eski atalarımızın bu zamandakilerden üstün iki karakteri varmış. O iki karakter hangisi dersen, önce, o zamanlar ülke başı, takım başı adlanan kişiler varmış. Göçerken, kavga, çatışma olursa iktidar onlarda olurmuş. “İki dizgin, yani iktidarı sana verdik, bozmak değil, eksiklerini geliştiririm” diyerek kötü tarafını gizleyip, iyi tarafını yükseltmeye çalışırmış. Onu üstün gören, evliya sayan, ondan sonrakiler de bu yoldan çıkmıyorlarmış. Herkes kendi kardeşi, hepsi kendi malı olunca gerçekten de akılsız olmazsa, onları düşünmeyip de ne yapar?
İkincisi, çok namusluymuş. Her zaman sevinçte de kaygıda da çağırıldıkları yere akraba arasındaki kavga, öfkeye bakmadan gidip canı gönlüyle yardım edermiş. “Akrabada azan olsa da, ondan bezen olmaz” der. “Altısı ala (dargın) olsa ağzındaki (yanındaki) gider, dördü tam olsa uzaktaki gelir” der. Hani, bu iki karakter nerede?”(Abay’ın “Kara Sözleri”, 39.söz).
Yurt olmanın kaidesi gibi olan, uyum ile birliğin gözü, bu iki karakter, tam bugün millet kaderi çözülür anda bizim için eskisinden daha çok gereklidir. Gerçi, ben şimdi Abayca tedirgin olup, bu iki karakter bizde hiç yok diyemem. Çünkü vatandaşlarım bana iki kere mertlik gösterip, güvenerek iktidarı benim elime verdi. Onlar gerçekleşti. Ben de sözümde duracağım: herkes kardeşimdir, öyleyse ben de boş durmam, onlara yardımcı olacağım. Onlardan ayrı endişem yok, onlardan ayrı kaygım yok. Ne görürsem halkımla birlikte görürüm, yurdumla birlikte görürüm, halkımla birlikte yenerim. Bu arada açık söylenecek bir mesele var: biz ekonomideki reformdan nasıl vazgeçmiyorsak, demokrasiden de öyle vazgeçmiyoruz. Çünkü demokratik özgürlük olmayan yerde ekonomik özgürlük de olmaz ve aksine, biz o özgürlüğe engel olan şeyleri düzeltiriz. Yoksa geçici zorlukları kullanarak özel egemenlik kuracak yerde tanrı olayım denen kimse yok. Böyle çığlık, gerçekten de, Abay’ın dediği gibi üzüntülü rekabetle, sessiz olamayanlarla karıştırmış olanların ağzından çıkabilir. Bizim bozkırın, etkisizlikle dayansa da zulme hiç dayanmadığını iyi biliyorum. Kendim için değil, yurdum için düşünüp taşınıyorum: kendi başıma gerekliyi herhangi bir gün bulurum. Halkımın ihtiyacını nereden bulurum, nasıl bulurum diye düşünüp taşınmak sadece benim değil, her vatandaşın görevi ve aklında bulunmalıdır. Bunları uzaktaki, yakındaki siyasetçilerin bazıları anlamadığı halde halkımızın iyi anladığına razıyım.
Kısacası, Abay arzuları sadece bir milletin tutunacağı emeller değil, bütün insanlığın emelleridir. Kazak toprağında bunun gerçekleşme imkânı şimdi ortaya çıkmaktadır. İşbu siz ve bize nasip olmaktadır. Çünkü biz bu bozkırlarda yaşayan nesillerin içinde deminki imkânları elde etmekte olan ilk ve öz nesiliz. Bu yüzden büyük düşünür-demokrat, büyük manevi reformcu Abay’a en yakın, nesil sadece biziz. Böyle yakınlık bize tarih karşısında büyük sorumluluk yükler. Saygıdeğer üstadın vasiyet ettiği değerli emellerin sadece hayal yüzünde kalmayıp, net gerçeğe, net sosyal varlığa dönüşüp dönüşmeyeceği bize bağlıdır. Onun eserlerindeki gerçek hümanizm, insan amacına olan ilgi, bir başka özen, hayata dimdik bakan gerçeklik, tembellikten, özensizlikten, zulümden, açgözlülükten nefret eden manevi maksimalizm bizim gerçekleştirecek olan girişimimizin de esas özelliğine, esas içeriğine dönüşmesi lazım.
Abay’ın dediğine göre, insan mutlu olması için onun isteği ve o isteğin amacına ulaşması için başkalarının ilgisi lazım. “Dostluğu dostluk çağırır” denmesi de boşu boşuna değil. Bu yüzden de, o ulusal bütünlük, iç bütünlüğünü, dayanışma ve etkileşimi çok arzuladı. Halkın istediğine ulaşması için de onun çevresiyle tam bütünleşme ve etkileşme içinde olması lazımdır. Bu, bizim günümüzde kaderimize karar veren en önemli tarihi faktörlerden biridir.
Biz de şimdi kendi milletimiz içindeki hem de uluslararası dostluğa dünyadaki bütün ülke, tüm halklarla dayanışmaya, kültürlerarası etkileşime de Abay gibi bakıp, Abay gibi saygı duymaya ayrıca önem veriyoruz.
Sonuç olarak, günümüzde hepimizin değer verdiğimiz büyük akıl sahibi bundan bir buçuk asır önce kendi dönemindeki medeniyet adından dış kalan bölgede yaşayıp, sadece günümüz medeniyeti sağlayacak insanlar ile halkların özgürlüğü ve dostluğuna esas edilen, iyilik ve hayırlı işleri aynı üstün gelişen özgür toplumun nasıl olması gerektiğini de tam değerlendirebilmiş.
Bugün, o soylu kalp, değerli akıl sahibinin doğru değerlendirdiği mükemmellik toplumunu gerçekleştirebilecek ahlaki imkân bizde vardır. Şairin arzuladığı ilim, sanat, meslek, bilim de eskisi gibi az bulunur değil. Halkımızın gözü açık, okumuş insanlar, uzmanlarımız bilgilidir. Halkımız dostça geçiniyor. Toplumun üçte biri otuz yaşını doldurmayan gençler. Sadece bilime uygun yetenek, bilime uygun bilinç, gençliğe layık alev, güç, yaratıcılık olursa Abay’ın eline değil, ağzına bağladığı amaçları gerçekleştirmeyi zaman gerektiriyor.
Abay yılını çok iyi geçiriyoruz. Abay’ın şiirlerini ezberlememiz iyi. Onun derin düşüncesi ile fikrini sadece konuşmamızda değil, her günkü yaşamımıza tuğla gibi döşenecek kesin işe dönüştürürsek çok iyi olur.
Onun gösterdiği eğitim ve arzuladığı emellere içten değer vermemiz, adalet ve asalet üstadı karşısındaki oğulluk borcumuzu derinden anlayıp, ödeyebildiğimizin tek işareti olarak bulunur.
Günümüzde ülkemizde yapılmakta olan büyük işlerin neticeli olmasına en gerekli şey inançtır, güvendir. Ülkeye ihanet ilk önce onun geleceğine güvenmemekten başlar. Yüce Abay’ın, endişeli Abay’ın geleceğe olan inancını hiç kaybetmediğini bu sözlerinden görebiliriz: "Kimin başı belaya girmemiştir ki, kim kötülük görmemiştir ki. Ümidini kesmek gayretsizliktir. Dünyadaki hiçbir şeyin sonunun olmadığı, geçici olduğu doğru, kötülük nasıl kalıcı olabilir dersin? Çok sert kış mevsiminin ardına yeşilliği bol, güzel yaz mevsimi gelmiyor mu?” der büyük şair. Gerçekleşsin, can baba!
Yurdumun başına düşen bugünkü zor dönemin sabit kalmayacağına, halkımızın gönlünü hoşnut eden barışın, sevgi dolu rızkın, bolluk dolu günlerin yarın geleceğine güvenim sonsuzdur.
Abay’ı bizimle ebedileştirecek olan bu anlayıştır, bu inançtır.
Öyleyse, Abay örneği her zaman göz önümüzde olsun! Bütün işlerimiz Abay’ın arzu ettiği gibi yükseklerden görünsün!
Teşekkür ederim!
NURSULTAN NAZARBAYEV
Kaynak:
Ayan, Ekrem Bir Devrin Aynası Abay Kunanbay ve Kara Sözler/ yazar: Ekrem Ayan. – Ankara: Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi, 2017 190 s. ; 16x24 cm. – (Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi inceleme-araştırma dizisi; yayın no: 48)